Ana içeriğe atla

Nitelikli

Scrikss 419 Üzerine

1966 yılında Türkiye'deki ilk modeli olan 17 serisini üretimesinin üzerinden epey bir zaman sonra markanın 419 modeli, dolma kalem hobisine yeni başlamış olan bendeniz ile buluşmustu. Vidalı kapak, akrilik reçine malzemeden yapılması, piston dolum sistemi ve altin rengi trimleri çok hoşuma gitse de, ilk baştaki yazılarımdan diğer başlangıç dolma kalemlerimden farklı bir tat alamamış gibiydim. Beni şimdilik tatmin eden iki yönü vardı. Bunlar pistonlu dolum sistemine sahip olması ve haznesinin kartuşlu kalemlerime göre fazla mürekkep almasıydı. Bu sebepten uzun süreli kullanım sağlıyordu. Elimdeki az sayıda kalemden tek pistonlu kalem olması sebebiyle de neredeyse tüm yazılarımı bu kalemle yazdım. Zamanla altın rengi trimlerde renk atması meydana geldi ancak soyulma şeklinde değil renk değişimi şeklinde gerçekleşti ve gözüme rahatsız edici gelmedi. Daha sonra pratik çek çıkar kapaklı kalemlerimin kapakları su koyuvermeye başlayınca vidalı kapağı da hoşuma gitmeye başladı.

3 Gün ve Bursa

    Kısa Bir Bursa Turu




80'ler

   Spontane Bir Yürüyüş

    2021 mayısı. Henüz iki yıl önce yaşamaya başladığım şehri arkadaşım sayesinde turlamaya başlıyorum. Şehirler arası otobüs terminalinden şehir merkezine doğru şehrin yükselen binalarını izleyerek Heykele doğru ilerliyoruz. Gezi rehberlerini kontrol etmediğim için sağdan soldan duyduğum yerleri hem arkadaşıma gösterip hem de kendim görmek için başladık meşhur Cumhuriyet caddesini adımlamaya. Nostaljik tramvay, tarihi yapılar ve eski çınalar... Etrafa kısaca göz gezdirip fotoğrafladıktan sonra şehrin sembolü haline gelmiş olan Ulucami'ye vardık.  Sizce camide en dikkat çekici şey nedir? Benim için cami içindeki hat yazıları ve ahşaptan yapılan şeylerin işlemeleridir. Ancak Burak için hiç öyle değil. Tahmin edin ne? Cami kapılarındaki brandalar lodostan uçup savrulmasın diye konulan kettlebelller. İnsanoğlunun eski çağlardan beri kullandığı bu ağırlık eşyası Antik Yunan'dan, Urartulardan günümüze neredeyse hiç değişmeden gelmiş. Daha sonra Bursa'ya gelip de görülmeden dönülmemesi gereken Hanlar bölgesinde kahvaltı için bir yer aradık ama nafile.

 

Yeşil Türbe civarı

 

80'ler
Malum salgından dolayı her yer kapalı. Atatürk Caddesi üzerinden biraz atıştırmalık alıp Yeşil Türbeye doğru ilerliyoruz. Setbaşına gelince bu yüksek köprünün üzerinde bir müddet durup şehir merkezini 3'e bölen iki çaydan biri olan Gökdere'yi izliyoruz. Bu akarsu Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini ayıran sınır. Biraz daha yürüyüp Yeşil Türbenin merdivenleri dışında tarihi çınarların koyu gölgesi altında kahvaltımızı yapıyoruz. Sabahın sessiz saatlerinde çevreyi gezip geldiğimiz yöne Setbaşı köprüsüne yönelip biri Bulgaristan, ikisi İtalya ve biri Türkiye'de olmak üzere dünyada 4 örneği bulunan çarşılı köprü Irgandı köprüsüne göz atıyoruz. Köprünün hemen sonunda bir çok genel kültür yarışmasına konu olan eski bir kuruluş mevcut "Gurabahane-i Laklakan". Dünyanın ilk hayvan hastanesi olarak biliniyormuş burası 1800'lü yılların başında yapılmış olan bu bina göçmen kuşların tedavisi için kullanılmış.

 

Malik Aksel
Daha sonra bölgeye adını veren Atatürk heykelinin hemen ardında bulunan Bursa Kent Müzesine giriyoruz. Daha önce buranın ücretli olduğunu hatırlar gibiydim ancak ücretsiz olmuş. Binanın bir kısmı Malik Aksel'in resim ve kişisel eşyalarının sergisine ayrılmış diğer kısım ise Bursa'nın Tarihine ait eserler; Fotoğraf makineleri, daktilolar, el arabaları, eski ev eşyaları ve bölümlerine ve 80'ler konseptine ayrılmış. 80'li yıllarda kullanılan bazı eşyalara 90'lı yılların çocuğu olarak yetişmiştim. Sakız, bisküvi, jetonlu telefon, Arko tıraş sabunu ki hala satılır. Yol yorgunluğunu atmak için grafitili duvarları olan dar sokaklardan yeniden aracımıza binip eve dönüyoruz. Günün yorgunluğuna ve haziran sıcağına yenik düşüyoruz öğle vakti. 



    











    Mudanya'ya Bakış



    
Sabahın erken saatlerinde kalkıp Mudanya'yı görmek için yola çıkıyoruz. Otomobille merkezden 15-20 dakika mesafede bulunan Mudanya milattan önce 7. yüzyıl civarında kurulduğu ve ilk isminin Myrlea olduğu bilinmekte ve bir çok medeniyet tarafından işgale ve yıkıma uğrayan şehrin adının aynı bölgeye Montania ismiyle kurulan şehirden geldiği sanılmakta. Marmara'nın güneyine bakan şehir ve Bursa arasında yüksek bir tepe mevcut. Bu tepeyi aşıp deniz önünüze çıktığında bir Ege havası solumaya başlıyorum ve kafamın içinde buzukiler çalmaya başlıyor. 

Mudanya Evleri


Denize çıkan ara sokaklardan birine aracımızı koyup başlıyoruz sahil boyunca yürümeye. Sokaklar eski evlerle bezeli. Çoğu iki ve üç katlı, restorasyona muhtaç ve boşaltılmış. Daha önceleri buralarda hep Rumlar oturmuş ve mimarileri çok güzel. Yeşil, mor, sarı özgün renkleriyle uzaktan hafifçe görünen Yalova'ya selam gönderir gibi süslemişler kıyıyı.  Boş olmayanların eski misafirleri de kapılarının önüne birer sandalye koyup denizin iyotlu kokusunu içlerine çekiyor. Sahil boyu sıralanmış salgın dolayısıyla müşterileri olmayan balıkçı lokantaları bulunuyor. 

Daha sonra Mustafa İsmet İnönü'nün Mudanya mütarekesini imzaladığı ve görüşmelerin yapıldığı binayı geziyoruz. İsmet paşanın kaldığı odaya göz gezdirirken bina görevlilerinden biri "Şu masanın üzerindeki kırık mermeri görüyor musunuz? Rivayete göre görüşmeler esnasında sinirlenen İsmet paşa mermere yumruk atıp kırıyor," dedi. İlginç gelmişti. Büyük Taarruz bittiğinde İtilaf devletleri artık sadece Ankara hükümetiyle muhatap olmuş ve Bir avuç Kemalist'i ezmek azmiyle çıktıkları yolda İsmet paşa karşısında Türk tarafının haklarını tanımak zorunda kalmışlardı. 

Buradan çıkıp Tahir paşa konağına doğru ara sokakların tarihi dokularına baka baka ilerliyoruz. Konak pandemiden dolayı kapalı. Sıcak ve nemli havanın boşa yürüyüşümüze eşlik etmek bizi fazladan yoruyor. Tekrar aracımıza dönüp Trilye'ye geçiyoruz. Tarihi kayıtlarda Mudanya'dan daha eski bir yerleşim olduğu söylenmekte Trilye'nin. Mudanya'nın küçük kardeşi gibi duran bu mahallede Osmanlıların Mudanya'yı fethinden sonra Rumlar yaşamaya devam etmiş. Dar sokaklarda köy halkının sakin yaşantısının arasında dolaşıp İçine giremediğimiz Kemerli Kiliseye açılan bir kapının güzel bir fotoğrafını da çekmeyi unutmuyoruz. Sahil kenarında daha sakin bir yürüyüş yapıyoruz balık ekmek eşliğinde. Denizin kara birleştiği yükseltileri ağaçlar süslüyor. Ağaçların diplerine çekilmiş eskiyen ahşaplarıyla emekli kayıklar, denize bakıp geçmişlerini izliyor gibi. Marmara'nın güney kıyılarına yeni yeni etki eden müsilaj henüz deniz manzarasını kirletemiyor. Gün batmaya başladığında artık biz de yorulup evin yoluna düşüyoruz. 

Mudanya
Trilye




Uludağ ve Cumalıkızık

Uludağ
Teleferik

    Son gün yine erkenden kalkıp bu kez teleferiğin yokuş sokaklarına tırmanıyoruz. Kış aylarında metrelerce uzayan bilet sırasında bu kez hiç kimse yok. Vezneden iki bilet alıp başlıyoruz Uludağ'a doğru teleferikle tırmanmaya. Kış aylarında donan fiber camlardan pek bir şey görünmüyordu kabin içinden ancak şimdi bütün Bursa'yı izleme imkanım olmuştu. 



Uludağ

 

İnsanoğlunun bu topraklara bilinen en eski yerleşimi 6-7 bin yıl öncesine dayanıyor. Homeros bu topraklardan Mysia diye bahsetmiş belki de merkeze çok yakın olan Misi köyü 'nün ismi o zamanlardan kalmadır. Osmanlıya Başkentlik yapan şehre yüksekten bakınca büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor. Yaklaşık 20 dakika boyunca çeşitli kuş seslerini dinleyerek Sarıalan teleferik istasyonuna geliyoruz. Daha yukarı giden teleferikler çalışmıyor. Sarıalan'a çıktığımızda kıştan kalan kar kalıntılarını ilerideki tepelerde görebiliyoruz. Havanın serinlediğini hemen hissediyoruz. Sıcak havadan ve gürültüden kaçan birkaç piknikçi dışında pek gelen yok. 



Uludağ

Çevreyi gezince insanoğlunun geçtiği yerlerde bıraktığı imzaları hemen görülüyor. Derelerde, piknik yapılan ormanlıklarda, yol üzerlerinde poşetler, maskeler, bardaklar ve sigara izmaritlerini görebiliyoruz. Uludağ'a kışın gelmek için bir sebep daha. En azından çöplerin üzerini kar örter biz de görmezdik. Doğaya karşı nedense çok hoyrat davranıyoruz. 


Cumalıkızık

Biraz dinlendikten sonra yine teleferikle inip yönümüzü Kurtuluş filmi, Kuruluş filmi ve Kınalı Kar dizisinin çekildiği meşhur Cumalıkızık köyüne çeviriyoruz. Bölgede isminde 'kızık' kelimesi geçen başka köyler de var. Eski taş döşenmiş yollarıyla ve tarihi dokusunu korumuş mimarisiyle sizi geçmişe götürüyor. Ara sokaklardan birinden bir atlık çıkıverecek gibi bir havası var köyün. Özellikle yurt içinden bolca ziyaretçi alan köy sakinliğini çoktan yitirmiş ancak ara sokaklara göz ucuyla bakınca ahşap kapıları saran sarmaşıklar, pencere önlerinde duran çiçekler sanki eski zamanı ayakta tutmaya çalışıyormuş gibi. 

Osmanlı zamanında bir vakıf köyü olarak kurulan köy 2000 yılında Unesco Dünya mirası geçici listesine eklenmiş ve 2014 yılında tescillenmiş. Köy için şu eleştiriyi yapmak istiyorum; Önünden geçtiğimiz bir çok ev işletmeye dönüştürülmüş, geleneksel ürün satılan büyük bir pazar yeri halini almaya başlamış. Buraya kadar gelip gözleme yemeden dönmeyelim dedik ancak bize gözlemeyi getirenin dışarıdan gelip orada çalışan garson olduğunu öğrenmem bu kanımı pekiştirdi. Şehir dışından tur firmalarının gezi düzenlediği bu köye şehir içinden de minibüsler ile kolayca gelebilirsiniz. Gerçekten de görülmesi gereken bir yer olan Cumalıkızık'ta bolca fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik. Şimdilik bu kısa Bursa turunu sonlandırıyor bir dahaki turlarda listeme daha uzak yerler yazmayı düşünüyorum.







Cumalıkızık



Camları asmayla süslenmiş bir ev

Cumalıkızık'ta bir ara sokak







Yorumlar

Popüler Yayınlar