Vaşak'ın İzleri
Bölüm 5- Tevazu
Vaşak denizin iyotlu kokusunu içine çeke çeke doğuya doğru ilerlemeye başladı kıyı boyunca. İlerlerken öğleye doğru uzaktan, deniz kenarında balık kurutan ve ağ toplayan bir kaç kadın gördü. Kadınlar da onu fark edince kıyafetlerinden onun bir savaşçı olabileceği endişesiyle işlerini bırakıp hemen arkalarında bulunan kıyı kenarındaki farklı yüksekliklerde kayaçlara inşa edilmiş mağaraların olduğu kamplarına doğru kaçmaya başladılar. Vaşak iki elini kaldırıp uzaktan kendisinin zararsız olduğunu anlatmaya çalıştı 'hey kaçmayın' diye bağırarak, ancak kadınlar o tarafa dönüp bakmamışlardı bile. Vaşak da kadınların peşine düşüp bu kayalıklara yönelmişti hızlı adımlarla. Kayalıklara vardığında beklediğinden -ki beklediği küçük bir barınaktı- farklı olarak bu kayaçlara oyulmuş, denize doğru bakan 5-6 mağara gördü. Mağaraların etraflarında yetişip kurumuş ağaçlarda renkli bez parçaları ve ipler soğuk esen yelin içinde, sığırcık sürüleri gibi aynı yöne savruluyorlardı. Vaşak dikenli sopasını belinin arkasına itip kendisinde korkup kaçan bu insanları tedirgin etmemek için arkadaşça bir ses tonuyla bir kaç kez "hey kimse var mı?" diye seslendi. Yukarıdaki mağaralardan birinden yaşlı bir adam yavaşça başını uzatıp Vaşak'a doğru baktı. Kendini toplayıp mağaradan çıktıktan sonra kesik kesik çıkan sesiyle "Ne istiyorsun?" diye sordu. Vaşak eski ve parçalanmış yün kıyafetleriyle ayakta zor duran, beyaz ve dağınık saçlı, yüz çizgileri derinleşmiş, soluk yüzlü adama bakıp Urakes'ten aldığı matarasını heybesinden çıkararak "Su doldurmak istiyorum!" deyince, Yaşlı adam oradakilerin birlikte kullandığı küçük bir kuyu gösterdi eliyle "İşte orada" diyerek. Vaşak kayaçların arasında zor fark edilen bu kuyunun yanına hızla tırmanıp heybesini yere bıraktıktan sonra kuyudan su çekmeye çalışırken birden kendini kontrol edemez hale gelip yere çökerek bir süre bekledi. Yeniden kendine geldiğinde Büyük Şaman, Vezonam'a Vaşak'ın kendi işçilerinin kampında olduğunu haber vermişti. Yaşlı adam uzak bir mesafeden Vaşak'a iyi olup olmadığını sordu. Vaşak kuyudan çektiği suyu matarasına doldururken, terleyen alnını silerek "Evet evet iyiyim," diye cevap verdi. Yaşlı adam genci tanımak için "Nereden geliyorsun ve kimsin? diye sordu. Vaşak bezgin bir halde Ormanköy adında bir köyden geldiğini ve Predonya'ya gittiğini söyledi. Yaşlı adam rahatlamış bir şekilde "Biz de seni ordudan firar etmiş bir yağmacı sanmıştık," deyince Vaşak tehlikenin sadece vahşiler olmadığını anlamıştı. Vaşak "Peki bu tarafa çok gelirler mi?" diye sordu endişeyle yaşlı adama. Adam da "Bir yıldır görünmüyorlar. Duyduğuma göre Predonya valisi kaçanların başına ödül koyunca hepsi kaybolmuş," dedi. Vaşak şaşırarak kaçanların Predonya askeri olup olmadığını sordu. Yaşlı adam başını sallayarak "Evet," dedi. Sonra Vaşak "Ben de sormayı unuttum bu kayalıklarda ne yapıyorsunuz?" diye sordu Yaşlı adama. Yaşlı adam "Biz Vezonam adlı şamanın köleleriyiz, burası da onun işçi kampı. Kıyıdan tuttuğumuz balıkları onun için kurutup, Predonya, Gecekıran pazarlarında ve Neburonya'dan gelen tüccarlara , bazen de köylerden gelen küçük tüccarlara satıyoruz. Ben de bu kampın Sahip vekiliyim. Kayıtları tutar, buradakilerin ihtiyaçlarını karşılarım. Adım Nerpan,' diye yanıtladı. Vaşak söz arasında geçen Neburonya ismini anımsayamamıştı çünkü hiç duymamıştı. "Neburonya neresi?" diye sordu merakla yaşlı adama. Nerpan, orasının ihtişamının göstergesi olarak yavaş ve kendinden emin bir şekilde "Kahin denizinin ardındaki büyük krallık. Uzun yıllar önce oradan gelenler Predonya'yı kurup Nuorgesa'daki bütün zenginliğin merkezi oldular. Sonra da bilirsin Gecekıran kasabası ile aralarında, şimdilerde vahşilerin kol gezdiği topraklarda hüküm sürebilmek için savaş çıktı," dedi. Vaşak şaşırmış halde gözleri büyüyerek "Savaş mı çıktı? Kim kazandı peki?'"diye sordu bu küçük yerde çok şey işitmiş adama. Nerpan, "Şimdilik kimse kazanmadı ancak Predonya'nın yeni bir saldırı için hazırlandığı söylentileri Gecekıran kasabasına çoktan ulaştı. Oradan geçtiysen paralı askerleri görmüşsündür." Vaşak hatırlayarak sessizce "Evet, Gümüşler." diye girdi lafın arasına. Nerpan konuşmasına "Toplanan karabulutları def etmek için onları tuttular ama uzun süre kiralarını ödeyebilirler mi bilemem," diye devam etti. Vaşak içinden 'Onları hem gördüm hem tatsız bir anı da yaşadım' diyordu Nerpan konuşurken. Nerpan bir iki nefeslik süreden sonra "Bir süre burada misafirimiz olarak kalabilirsin. Tabi istersen!" dedi. Vaşak da esen serin havanın ve uzun süre denizi dinlemenin verdiği yorgunlukla akşama kadar kalacağını söyledi. Birlikte kuyunun başından ayrılıp yaşlı adamın çıktığı mağaraya doğru ilerlemeye başladılar. Yerdeki taşlar yürürken ayaklarına batıyor ve onu rahatsız ediyordu. Bu insanların her gün buralarda gezerken buna nasıl dayandıklarını düşündü. Diğer mağaralardan çıkan kadınlar ve erkekler işlerine devam etmeye başlarken içlerinden orta yaşta, yine yaşlı adamın kıyafetleri kadar eski bir kumaş kıyafetle, ellerinde odun ve balık sepetleriyle yanlarından geçerek gittikleri mağaranın önüne bırakı işine geri döndü. Nerpan odunları alıp ateş yakmaya koyulurken Vaşak'a tahtalardan yapılmış küçük oturaklardan birini göstererek dinlenmesini söyledi. Vaşak heybesini yanına bırakarak oturup etrafa göz gezdirdi. Biraz dinlendikten sonra Nerpan'a dönüp bezleri ve ipleri kast ederek "Bu ağaç dallarındaki şeyler nedir?" diye sordu. Nerpan hafifçe gülerek "İnsanların garip inanışları var. Genelde buraya uğrayan tüccarlar yol için iyi dileklerde bulunup ağaçlara bunları bağlıyorlar," diye cevapladı. Vaşak kafasını ve kaşlarını hafifçe kaldırarak anladığını işaret etti ateşi harlamaya çalışan Nerpan'a. Yavaş yavaş kendine gelince denizin iyot kokusuna karışan balıkların kokusunu yeni yeni almaya başlıyordu. Bu kokuların arasında akşam yola koyulduğunda ertesi sabah Predonya'da olacağını düşünmüştü. Bu yakınlık onu hem korkutuyor hem heyecanlandırıyordu. Şehirde kendisi için bir yer edinebilecek miydi? Bilmiyordu. Nefes aldıkça kokunun kötülüğünden şikayet ediyordu kendi kendine. Buradaki insanların bu kokuya çoktan alıştığını düşünmüştü. Alışmasalar da bu işi yapmaya mecburdular.
Elini koynuna götürüp yokladığında kolyesi oradaydı. Avucuna alıp yeşil parıltıları Nerpan'ın dikkatini çekmişti. Tekrar koynuna koyarken, Nerpan "Nedir o?" diye sordu. Vaşak "Bir kolye, Büyük Şaman'ın hediyesi. Bir amacı olduğunu düşünüyorum ama henüz bunu bilmiyorum," dedi. Nerpan yaktığı odunlara bakıp dalmıştı. Dalgınlığını Vaşak'ın sözleri bozdu "Belki yolculuğum bitip geri dönersem Büyük Şaman'a bunu sorma fırsatım olur." Nerpan "Bunun daha parlağını gördüğümü hatırlıyorum. Orta dağların -ki bu dağlar Vaşak'ın köyünün yaslandığı dağlardı ve Nuorgesa'nın tam ortasında olduğu için bu ismi almıştı- Güney batısında bir savaşa katılmıştım. Tabi o zamanlar elim kılıç tutabiliyordu. Batıdaki yağmacı Zarponlara karşı uzun süren bir savaş vermiştik ve savaş alanında yatan birinin yüzüğünden etrafa ışık saçılıyordu. Biz panikle kaçışan düşmanı kovalarken Büyük Şaman'ın ağır adımlarla gelip adamın elinden yüzüğü söküp kesesine attığını görmüştüm," dedi. Vaşak şaşkınlık ve umutla "Demek daha parlaktı! Peki daha önce o adamı görüp tanışmış mıydın? Sizin tarafınızda mı yoksa düşmanınızın tarafında mı savaşıyordu?" diye sordu. Nerpan kafasını sağa sola sallayarak adamı tanımadığını ancak giyiminden anladığı kadarıyla çevre köy ve kasabalardan toplanmış gönüllü birliklerden olabileceğini söyledi. Vaşak "Savaşın sonunda kazanan siz miydiniz?" diye sorunca Nerpan gülerek "Hem kazandık hem de kaybettik tıpkı düşmanımız gibi. Savaşın kazananı hayatta kalmayı başarabilenlerdir. Bak hala hayattayım ve savaşı ben kazandım." Bunu söyledikten sonra daha fazla gülerek "Ama savaştan sonra yine köle Nerpan olarak hayatıma devam ettim," diyerek sözlerini sürdürürken yaktığı ateşin üzerine eline aldığı balıkları koyuyordu ki mağaranın sırtını yasladığı kayaçların arasından doğuya doğru uzanan patika yoldan nal sesleri duydular. Nerpan ayağa kalkıp başını öne doğru eğerek selam verdiği yöne Vaşak'ın sırtı dönüktü. O da arkasını dönüp gelene doğru bakıp ayağa kalktı ve olup biteni anlamaya çalışıyordu. Atın üzerinde siyah tüylerden yapılmış bir kıyafet giymiş, orta yaşlarda, esmer, ince suratlı, buz renkli gözleri olan, ince burunlu bir kadın gördü. Nerpan başını kaldırmadan Vaşak'ın duyabileceği şekilde "İşte şaman Vezonam," dedi. Vaşak neden selam verdiğini anlamıştı şimdi. O da başıyla hafifçe selamlardı. Vezonam atıyla Nerpan'a yaklaşıp "Heybelerde yiyecekler var," diyerek attan indi. Yaşlı adam ve yardımına gelen bir kaç kadın heybelerdeki yiyecekleri mağaralara taşımaya başladılar. Vezonam ise ellerini çırpıp önünde durdukları mağaraya girerken Vaşak ile göz göze geldi . Bakışları soğuk ve ürperticiydi. Vaşak'ın içi titremişti birden. Vezonam durup eliyle yol göstererek "İçeri girin hava soğuyacak," diyerek Vaşak'ı içeri davet etti. Şaman ağır ağır konuşuyordu, ses tonu titrek, biraz yumuşak ve kendinden emindi. Vaşak içeri girdiğinde bir mağaraya göre epey geniş bir salonda buldu kendini. Şaman girişin karşısında duran bir kaç basamak yükseklikte yapılmış geniş bir divana oturdu. Sol tarafta küçük bir masa ve sandalye duruyordu, masanın üzerinde kağıt parçaları, yazı için kap içinde koyu renkte bir boya ve boya içine daldırılmış vaziyette duran dal parçalarından yapılmış bir kalem duruyordu. Duvar içlerine oyulmuş küçük raflar düz bir çizgi gibiydi. İçlerinde aynı şekilde dizilmiş şamdanlar ve cam süslemeler vardı. Her şey düzgün bir şekilde yerleştirilmiş gibiydi. Şaman sağ tarafta duvar kenarındaki uzunca sabitlenmiş sediri gösterip Vaşak'a oturmasını söyledi. Vaşak etrafı gözleyerek otururken buranın kampın yönetimi için çalışma alanı olduğunu anladı. Nerpan, Vaşak'a bu şamandan ismi dışında bahsetmemişti. Gerçi Vaşak da sormamıştı ama yine de onu tanımak isterdi. Şaman Vaşak'tan önce davranıp "Bana kendinizden bahsedin," dedi. Vaşak kısaca kendini tanıtıp sadece dinlenmek için burada olduğunu söylemişti ama şaman bu cevapla tatmin olmayıp "Hikayen bu kadar mı?" diye sordu. Vaşak "Aslında değil, kusura bakmayın buraya kadar hayatımda yaşamadığım kadar macera yaşadım ama anlatması uzun sürer diye kısa kesmiştim," dedi. Şaman ise vaktinin bol olduğunu ve baştan anlatmasını söyledi. Vaşak yaşantısından, ailesinden, hayalini kurduğu şeyleri görme isteğine, Yomkartha ile tanışıp yola nasıl çıktığına kadar, hepsini anlatmaya başladı. Vaktin ilerlediğini unutmuştu. Bir ara gözü mağaranın ağzına dönünce günün batmaya yakın olduğunu fark etti. Konuşmasını kesip şamandan ayrılmak için müsaade istedi. Vezonam ise bu civarlarda gece yolculuğunun tehlikeli olduğunu söyleyip sabah erkenden kendisiyle birlikte yola çıkmasını tavsiye ederek Vaşak'ı ikna etti. Bunun üzerine Vaşak anlatmaya devam etti. Biraz sonra bir kadın mağaranın yan tarafa doğru başka bir odaya açılan kapısından "Yemek hazır efendim,' diye seslendi. Vezonam "Kaldığın yeri unutma,' diyerek Vaşak'ı durdurup ayağa kalktı ve Vaşak'ı da davet ederek yemek salonuna geçti. Vaşak arkasından yürüyüp aynı kapıdan geçtiğinde uzunca bir masa etrafına dizilmiş kölelerin kendilerini beklediğini gördü. Vezonam masanın başındaki sandalyeye oturunca diğerlerine yemeleri için işaret verdi. Vaşak da masanın diğer ucuna oturtulmuştu. Masada bir kaç çeşit balık kızartması ve içinde yine balık etleri olan bir çorba bulunuyordu. Vaşak tadına baktıktan sonra pek sevmese de nezaketsizlik olmaması için yarısından fazlasını içmişti. Masada herkes konuşup şakalaşıyordu. Efendileri Vezonamla konuşabilmek için herkes fırsat kolluyor, birinin lafı biter bitmez bir diğeri lafa giriyordu. Vaşak'ın yanına oturan Nerpan "Vezonam çok alçakgönüllüdür. Bize karşı hep yumuşak davranır. Tabi sınırları aşmadıkça. Bazen hesap hatası bazen de balıkları çürütüp ziyan ediyoruz ama diğer efendiler gibi kolayca ceza vermez bize," diyerek şamanın mizacından bahsetti. Bu Vaşak'ı ona ısındırmıştı. Yemek bitince yine diğer salona geçtiler. Vaşak kaldığı yerden anlatmaya devam etti. Arada Vaşak'ın yavaşladığı yerlerden birinde Vezonam onu durdurup ağır adımlarla dışarı çıktı. Hava kararmış ve iyice soğumuştu. Mağaranın kapısında ateş başında bekleyen Nerpan'a, atının heybesine bağlı duran dürülmüş kürkü getirmesini söyledi. Sonra başını hafifçe içeri doğru eğip Vaşak'ı dışarı çağırdı. Çatırdayan ateşin başında oturdular. Vezonam taşlara sürten ayak sesine dönüp Nerpan'ın uzattığı gri kürkü alıp bir çırpıda açarak Vaşak'a gösterdi. Vaşak "bu nedir? diye sordu. Aslında ne olduğunu biliyordu ama neden gösterdiğini kastetmişti. Vezonam "Uzun yıllar bendeydi. Bu bir vaşak kürkü. Baban sen doğmadan önce bu adağı bize sunmuş biz de onun için mukaddes olanlara yakarmıştık. İşte şimdi sana geri döndü." Vaşak hiç beklemediği bu hikayeyi dinlerken gözleri parlamış, heyecandan ne diyeceğini bilememişti. Köyündeki avcıların pek çoğunun hayatında görmedikleri bu hayvanı babası avlama fırsatı bulmuştu. Kürkünün değerini tam olarak bilmese de birkaç kere Yamaçköydeki tüccardan bir servet ettiğini duymuştu. Aklından onu satmak geçmiyordu tabi. Bu şey onun için ortaya canını koyacağı bir emanetti. Ayağa kalkıp Vezonam'a teşekkür ettikten sonra kürkü eline alıp "Bunu saklamalı mıyım?' diye sordu. Vezonam "Buna gerek yok. Giymelisin,' dedi. Vaşak kürkü sırtına bağlayınca ucu omuzundan sarkıp göğsüne doğru düşmüştü. O kısmı da sabitleyince yabanıl bir görüntüsü olmuştu. Artık avcı gibi görünüyordu ve öyleydi de. yeniden yerine oturunca Vezonam "Daha iyi görünüyorsun. Hikayene devam et," dedi. Vaşak hem hikayesine devam ediyor hem de yavaştan vücudunu ısıtan kürkün önünden sarkan uçlarına dokunuyordu. Odundan yapılmış küçük oturaklar bazen bacaklarını ağrıtıyordu ama ziyanı yoktu. Yolculuğu ile ilgili anlatacakları bittiğinde rahatlamıştı. O sırada karanlık patikadan bu kez birkaç nal sesi gelmeye başladı. Nerpan ve Vaşak ayağa fırlamış Vaşak tam dikenli sopasına davranmıştı ki Nerpan elini tutup "Sakin ol. Patikanın ucunda nöbetçilerimiz var," diyerek Vaşak'ın endişesini giderdi. Ellerindeki meşalelerin ateşi yüzlerini aydınlatan iki mızraklı görünmeye başlamıştı. Arkalarına bağlı başka bir atin üzerinde perişan halde birini getiriyorlardı. Vezonam ayağa kalkıp gelenlere yaklaşarak, kendi önünü gösterip "Buraya bırakıp gidin," dedi. Adamlar atın üzerindeki indirip geldikleri yoldan geri döndüler. Elleri bağlı halde kıvırcık kısa saçlı olduğu görülebilen ancak yüzü tanınmayacak halde hırpalanmış olan adam birden "Bağışlayın, suçumu biliyorum hata yaptım," diye ağlayarak yalvarmaya başladı. Vezonam adama sert ses tonuyla sorular sormaya başladı. Vaşak olan bitene anlam vermeye çalışırken, Nerpan onu omuzundan tutup ateşin başına çekip anlatmaya başladı; "Vezonam'ın bize karşı çok yumuşak olduğunu söylemiştim. Herkes yerini bildiği müddetçe sorun yaşamayız. Şu yerdeki adam Vezonam'ın bütün ticarethanelerinden gelen paranın ve Predonya'daki tüccarlarla anlaşmaların yapıldığı salonda Vezonam'ı temsil ederek onun mührünü kullanıyordu. Kendine olan güveni boşa çıkardı ne yazık ki. Vezonam'ın kendisine hoşgörülü davranışını bir zayıflık olarak görüp şehirde ondan habersiz işlere imza atıp onunla alay etti. Hazinesinden de epey yüklü bir miktarda gümüş alıp ortadan kaybolmuştu. Halbuki Vezonam kölelerine gereğinden fazla mal verirdi. Ona yetmemiş olacak. Birkaç gün önce güneye giden tüccarlarla Neburonya'daki kıyı şehri Nokrada'ya gideceğini öğrenmiştik. Şimdi cezasını vermek Vezonam'a kaldı." Vaşak alçakgönüllülüğün insanlardaki bakış açısını nasıl değiştirdiğini görmüştü. Ancak mütevaziliği hak etmeyenler için de yine aynı şekilde konuşulması, içindeki adalet duygusunu beslemişti. Bu konuşmalar olurken Vezonam köleye sorduğu soruları bitirmiş ve cezasını çoktan düşünmüştü. Nerpan'a dönüp "Patika nöbetçilerine götür. Sabah Adparu'ya satılacak," dedi. Nerpan adamın boğazına bir sopaya bağlı ip geçirip yola koyuldu. Gidip gelmesi çok uzun sürmeyecekti. Adparu, Predonya kuzeyinde tarlaları olan bir çiftçiydi ve kölelerine yaptıklarıyla ismini duyurmuştu. Vezonam, Vaşak'a dönüp "Belki de en iyi ceza onu gerçek bir köle haline getirmektir," dedi.
Vaşak, denizin üzerinden gelen bulutların ayın ışığını gölgelediğini gördü. Hava iyice soğumaya başlamıştı. Sonbahar artık Nuorgesa'yı terk edip yerini kışa bırakıyordu. Vezonam "Nerpan'ın yanında kal bu gece, sabah erkenden yola çıkarız," diyerek içeri girdi. Vaşak ateşin başında biraz bekledikten sonra Nerpan geri dönmüştü. Heybesini sabah koyduğu yerden alıp birlikte ateşin içindeki odunlardan birer parça alarak onun kaldığı yere biraz aşağıdaki mağaraya gitmişlerdi. Soğuk uykusunu getiriyordu. Gece ara ara alevi körükleyip içine odun attılar. Vaşak uyandığında hava henüz aydınlanmamıştı. Dışarı çıkıp soğuk havayı içine çekip derin bir nefes aldı. Soğuktan ağzından çıkan buharı görebiliyordu. Nerpan onun tıkırtılarını duyup arkasından dışarı çıkmıştı. Bir kabın içine doldurduğu balıkları da getirmişti yanında. Vaşak bunun sabah için iyi bir yemek olmadığını düşünmüştü ve yemek istemedi. Nerpan onun balıkları beğenmediğini düşünüp geri götürdü. Hava kapalıydı ve kış son hızıyla çöküyordu. Çok geçmeden Vezonam içeriden çıkıp Vaşak'a "Haydi yola çıkalım, hayalini kurduğun şehre son bir adım kaldı," diye seslendi. Vaşak gülümseyerek içini heyecanla dolduran bu çağrıya, hızlı adımlarla Vezonam'ın yanına giderek cevap vermiş oldu. Şaman mağara girişine bağladığı atını çözüp dışarı çıkardı. Vaşak bu kısa mesafeyi yürüyerek gidecekti. Kayalıkların arasında incelip giden patikayı kat etmeye başladılar ki çok geçmeden bir çadır ve etrafında birkaç nöbetçi görülmüştü yavaşça çöken sisin içinde. Yanlarından geçerken savaşçılar Vezonam'ı selamlamışlardı. Dün bahsi gecen patika ucunda bekleyen nöbetçilerdi bunlar. Vezonam giderken çok konuşmuyordu. Vaşak ile ilgili pek çok şeyi biliyordu aslında. Dün ona hikayesini anlattırmasının sebebi arada kalan boşlukları tamamlamaktı. Patikayı biraz tırmandıktan sonra daha önce Urakes ile birlikte arasından geçtikleri dağların uzantıları olan bu kayalıkların tepesine ulaşmışlardı. Ağaç ve uzun otlarla sarılı patikadan sonra burası daha soğuk gelmişti ona. Rüzgar sertleşmiş, tozuyan kar taneleri bu küçük tepeyi yavaş yavaş beyaza boyamaya başlıyordu. Vezonam tepenin kuzeyinde geniş düzlüğe baktığında Vaşak'a durmasını söyledi. Vaşak durup Vezonam'ın eliyle işaret ettiği yere bakınca gözleri büyüdü. Baktığı yerde binlerce savaşçı vardı ve yavaşça sis içinde kayboluyorlardı. Vezonam bilinmeyen bir dilde bir şeyler mırıldandıktan biraz sonra Büyük şamanın mağarasına, kuzeybatı yönüne giden siyah bir bulut parçası görüldü gökyüzünde. Vezonam gördüklerini haber veriyordu. Nerpan'ın öngörüsü doğru çıkmış, Minancael hazinesini her gecen gün tüketen bu orduyla bir an önce netice alabilmek için bu mevsimde bir saldırı planlamış ve kendisi de bu ordunun başında savaşa katılmıştı. Vezonam ve Vaşak hızlarını artırıp doğuya, Predonya'ya doğru tepeyi aştılar. Vaşak bu güç durumda kendisinin de bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüş ancak, sonra bu savaşın bir tarafı olmadığını ve elinden bir şey gelmeyeceğinin farkına vardıktan sonra biraz olsun sorumluluk hissinden uzaklaşmanın rahatlığını yaşamıştı. Bu rahatlık kısa sürdü çünkü savaş onları takip ediyor gittikleri yere doğru yaklaşıyordu. Baş edemeyeceği bir gücün kendisi için biçtiği rolü bilmeden ilerliyordu. Tepeden indiklerinde gökyüzü tamamen beyaza bürünmüş ve kar iyice bastırmıştı. Ayakkabılarındaki yünler ıslanıp ağırlaşmıştı. Sırtındaki heybe iyiden iyiye belini bükmeye başlamıştı. Üzerindeki kürk bile artık üşümesini engelleyemiyordu. Yorgun hissediyordu. Predonya'ya giden ve çok geniş olmayan, toprak bir yola çıktıklarında Vezonam, Vaşak'a dönerek "Bu yolu takip ederek bana ulaş," dedikten sonra atıyla hızla uzaklaştı. Vaşak, şaman duymasa da arkasından sadece "Peki," diyebildi. Çok geçmeden derin bir sessizlikle baş başa kalmıştı. Yürüdükçe çıkan kar sesini dinliyordu ve bu sesi seviyordu. Durup dinlenmek istese de buna imkan yoktu. Kar şiddetini artırırsa yolunu kaybedebilirdi. Yürümeye devam etti. Yolunun üzerinde sadece kuruyan dalların küçük kar tepecikleri oluşmuş ağaçlar vardı. Ağaçların üzerindeki oyuklara gizlenmeye çalışan kuşları görünce kendisinin de sığınacak bir yeri olsun istemişti o an. Etrafa göz gezdirirken sisin arasından gözüne bir karartı ilişti. Gözlerini hemen o noktaya dikti. 8-10 adım daha atınca heyecanlanmıştı. Önünde yükselen koskoca duvarların ardında Predonya şehri onu bekliyordu. Şehrin duvarlarının önündeki geniş boşlukta bir giriş kapısı arıyordu. Kuzey tarafından dolanıp bir kapı bulduğunda kapıdan çıkan birkaç atlı üzerine gelerek onu durdurmuştu. Askerler kılıç kuşanmış, yüzlerini kapatan demir maskeleri ve ince ince işlenmiş zincir zırhlarıyla heybetli bir şekilde duruyorlardı. Atlılardan birisi maskesinin boşluklarından buhar çıkartarak "Kimsin ve nereden geliyorsun?" diye sordu. Vaşak sorun çıkmayacağını umarak "Şaman Vezonam'ın balık kampından geliyorum ismim Vaşak, kendisini burada bulmamı söylemişti," dedi. Asker diğer arkadaşlarına bakarak "Evet şu kocakarı! Peki o silah neyin nesi?" diye sordu dikenli sopayı göstererek. "Kendimi korumak için," diye yanıtladı Vaşak. Asker elini uzatarak"Şehre girmek istiyorsan onu almamız gerek." Vaşak istemeye istemeye verdi silahını. Asker, Vaşak'a nereli olduğunu sorduğunda Ormanköy'den olduğunu duyunca sert bir ses tonuyla "Gecekıran için çalışmıyorsundur umarım, çünkü bu hem senin hem de köyünün sonu olur," dedi. Vaşak askerin sinirlerini yatıştırmak için "Hayır hayır, kimse için çalışmıyorum. Sadece seyyahım ve bu şehri görmek istiyorum," dedi. Asker acı acı gülerek "Öyleyse tam zamanı. Gümüşler yoldalar ve yakında şehirdeki seyyahlarla birlikte şu duvarları tepemize geçirecekler," dedi. Vaşak da "Evet, yola çıkarken bu topraklar için uygun bir zaman olup olmadığını bilmiyordum ancak benim için en uygun zamandı. Umarım her şey daha iyiye gider," dedi. Asker "Umarım yolculuğun burada son bulmaz," temennisinden sonra atını şehre döndürüp giderken, diğerleri de onu takip etti. Vaşak da şehre doğru yürümeye başlamıştı. Atlılar içeri girerken kapıdaki nöbetçiye Vaşak'ı içeri almasını söylemişti. Vaşak ahşaptan yapılmış en az beş adam boyunda olan , üzeri parlak demir işlemelerle süslenmiş kapının önüne geldiğinde kalp atışları hızlanmıştı ve gözleri parlar bir halde gülümsüyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder