Ana içeriğe atla

Yağmurlu Birkaç Gün

  

Yol İnsanı Terbiye Eder 


Sisli Dağlar
Geyve-Bolu Arasında Bir Yer
    Eylül'ün son günü saat sabahın beşi. Yağmur geceden başlamış, ziyanı yok. Meteorolojiyi umursamadan Bursa'dan koyuluyorum. Rotamı ve konaklamalarımı birkaç gün evvelinden belirlediğimden güzergahı hiç değiştirmeden, İznik üzerinden Bolu istikametine sürüyorum motorlu taşıtlar vergisini. Yağmur gittikçe şiddetini artırıyor. İznik'i geçip Adapazarı yoluna düşüp kara bulutların gölgeleri artık görünür olmaya başladığında yol üzerindeki sağlı sollu serpiştirilmiş köylerin kimi eski kimisi de artık terk edilmiş evleri, ahırları ve depoları yolcuları ürkütmeye çalışan bir siluet haline gelmişti. Böyle binaları izlemek bana sebebini bilmediğim tarifsiz bir keyif veriyor. Pamukova civarına geldiğimde artık kızıl ışıklar gökyüzünü kaplamıştı. Geyve istikametindeki yüksek tepelerin aralarından akıp giden sis bulutları içinde bir yükselip bir kaybolan rüzgar türbinleri yolcuları selamlıyor. Ardından Geyve'ye, Sakarya ırmağının doğusuna geçip Adapazarı-Taraklı yolu üzerinden tepeleri tırmanırken yine eski köy yapılarıyla bezeli manzaranın fotoğrafını çekiyorum arada bir durup. Bir müddet sonra Göynük'ten geçerken gözüm birden yola cephe almış evlere takılıyor. Bu tarihi dokunun bir benzerini görmek için yola çıktığımı hatırlıyorum. Göynük ise bu görüntüsüyle bir dahaki listeye kendisinin de eklenmesi gerektiğini söylüyor uzaktan. Klasik Osmanlı mimarisinin hala yaşatıldığı Göynük'e bir sonraki sefer için söz verip ardımda bırakıyorum. 


Sisli Dağlar
Geyve-Bolu Arasında Bir Yer-2



Abant Gölü


Abant ve Bolu 


Abant Ormanları

Abant Ormanları
    Saat dokuz buçuk sularında Abant Gölü kıyısında motor sesini susturup bu doğal güzelliği fotoğraflamaya başlıyorum. Durmadan yağan yağmura burada sis ekleniyor. Çam, Meşe, Köknar, Kayın vb. Birçok ağaç türünden mürekkep ormanın tepesini sıyırıp giden sislerin arasından bir çan sesi duyunca aklıma köy belgeselleri geliyor. Geçen sürüyü de ormanın içinde kaybolmadan fotoğraflıyorum. Burası Abant dağları üzerinde toprak parçalarının kaymasıyla oluşan bir heyelan gölü. Göl etrafında Restoranlar, Kafeler, Oteller dışında ücretli olarak karavan ve çadır kampçıları için alanlar mevcut. Göl bu yağmurun altında pek sessiz ve sakin görünüyor. Sonbahar gezileri için en iyi tatil rotalarından biri olan Abant bence her mevsim, yolu Bolu'ya düşenlerin gelip vakit geçirmesi gereken bir yer. Bunu şundan söylüyorum; Buraya gelirken ve Bolu istikametine doğru ayrılırken gözünüzün alabildiğine, yıllardır serpilip yükselen ormanların içinde yaptığınız yolculuk insana başka bir diyardaymış hissi veriyor. Abant'tan ayrılıp nihayet Bolu merkezine vardığımda ara sokaklarda tek tük ayakta kalabilmiş ve elden geçmesi elzem,  yıkılmasına ramak kalmış eski cumbalı evler görüyorum. Yağmur hala devam etmekte ve tarih boyunca Anadolu'da yükselen bütün medeniyetlerin ayak bastığı Bolu'nun ara sokaklarında yürürken sadece yağmurun sesini dinleyerek çocukluğuma dönüyorum. Bir müddet sonra kendimi tarihi Yukarı Çarşı'da buluyorum. Birkaç sokağa yayılmış çarşıda tekstil ürünleri, züccaciye ve hediyelik eşya dükkanları müşterilerini bekliyor. Çarşının hemen bitiminde tarihi "Taşhan Çarşısı" bulunmakta. 1804 yılına tarihlenen yapıya tonozlu bir kapıdan girip avludaki revakların altında bulunan bir çay ocağında dinlenip çayımı yudumluyorum. Her zaman mı böyle bilmem; Han içinde esnaf dışında kimsecikler yok. Sessizlik hakim burada da. Etrafı izlerken yaşadığım yer Bursa'da böyle sakin bir yer bulamamaktan yakınıyorum içimden.


Abant Gölü

Koyunlar
Koyun Sürüsü


Taşhan Çarşısı'ndan Bir Kare

Tarihi Taşhan Çarşısı


Tarihi Yukarı Çarşı


 Han çıkışında 1382 yılında yapılan ancak daha sonra felaketlere uğrayıp yok olan ve 1839 yılında yeniden inşa edilen Yıldırım Beyazıt Camisinin önünden geçip kalacağım otele, yorgunluğumu atmaya gidiyorum. Odadan, arka fonda uğuldayan haber spikeri sesleri eşliğinde Bolu Dağı'nın sis çökmüş ormanlarını izleyerek havayı karartıyorum. Bolu'daki rehbersiz ve plansız ilk günüm böylece ıslanmış ve yorgun ancak huzurlu bir şekilde bitiyor. 




Gölcük Tabiat Parkına Giden Yol

Gölcük'e Dair


Ertesi gün erkenden uyanıp soluğu Bolu'nun güneyinde bulunan, yine bir heyelan gölü olan Gölcük tabiat parkında alıyorum. Yağmur devam etmekte ve tepemi sıyırıp geçen sis az sonra göl yüzeyinde mistik bir görüntü oluşturmaya başlıyor. Birkaç fotoğraf çektikten sonra gölü çevreleyen ormanın ürettiği, soluyunca tat veren oksijeni derin derin çekerek

göl etrafında dolaşıyorum. Burada da sessizlik hakim. Adımlarımın topraktaki aksinin aralarına envaiçeşit kuş sesleri karışıyor. Bu doğal güzelliği uzun süre seyredip üşüyünce park girişine yapılmış restoranlardan birinde çay molası veriyorum. Bolulular böyle bir doğa harikasına sahip oldukları için şanslılar. Daha önce gördüğüm yerler içinde en güzeli diyebilirim burası için. Ormanın ortasında kalmış bir doğa harikası. Yaz-Kış gelip kafa dinleyip temiz hava alabilirsiniz. Burada kendinizi küçük dalgaların göl kıyısına vuruşunun, uzayıp giden sazların birbirine sürterken çıkardığı hışırtıların, rüzgarın ve ormanın seslerinin birleşerek oluşturduğu müziği bir banka oturup dinlerken bulabilirsiniz.


Gölcük Tabiat Parkı


Yeni Rota-Safranbolu


    İkinci günün ilk durağından sonra Bolu gezintisini sonlandırıp yönümü kuzeydoğuya Karabük'e çeviriyorum. Sararmış yaprakların yeni yeni süslemeye başladığı yollardan geçip, yaklaşık 2 saat sonra Karabük'ün girişine ulaşıyorum. Devletçilik inkılabı abidelerinden Karabük Demir-Çelik fabrikasının dev bacaları karşılıyor beni. Fabrika Atatürk'ün emriyle 1937 yılında Sümerbank tarafından kurulmuş. Türkiye'nin ilk ağır sanayisi olma özelliği taşıyor burası. Fabrika ekonomik açıdan fayda sağlamış ancak sosyal açıdan çevresindeki yerleşim yerlerinin terkine sebep olmuş. Hemen yanı başında son yıllarda turistler için cazibe merkezi haline gelen Safranbolu 1980'li yıllara kadar, fabrika çevresine ve sanayileşen diğer şehirlere göç vererek neredeyse hayalet bir kasabaya dönmüş ancak 70'li yıllardan sonra bazı sivil toplum kuruluşları ve devlet girişimleri ile hayata döndürülmüş. Ben de bu önemli kültürel varlığı görmek için yollara düşmüştüm.  

 

Odamın Manzarası-Safranbolu Evleri

    

Safranbolu'nun eski yerleşim yerine geldiğimde dik ve dar sokaklardan kıvrıla kıvrıla önceden rezerve ettiğim otele çevrilmiş konağa varıyorum. 1800'lü yıllarda yapılmış konak 2018 yılında restore edilip hizmete sunulmuş. Sundurmalı girişindeki ahşap kapı üç katlı konakta daha öncede depo ya da ahır olarak kullanıldığını düşündüğüm epey yüksek tavanlı bir alana açılıyor. Taş tabana sahip yapının üst katlardaki yaşam alanları ise ahşaptan. Kaldığım odanın manzarası ise dere Safranbolu evleri ve ağaçlardan oluşuyor. Eşyalarımı yerleştirip hemen fotoğraf makinemle sokaklara dalıyorum. Ara ara restore edilerek otel haline getirilmiş Safranbolu evleri mevcut. Beni buraya getiren şey geliyor aklıma. Süha ARIN'ın
Safranbolu Evleri
 1976 yılında çektiği 'Safranbolu'da Zaman' isimli belgesel ile 20. Yüzyılın ortalarında kimsesiz ve tek edilmiş vaziyette, zamanın hoyratlığına yenik düşmüş bu diyarı hafızama kaydetmişti. Yağmurda yolumu kaybettiğim sokaklarda, bir evin demir kepenkli penceresinden tutunup sokağa bakan yaşlı bir kadını görüyorum. Belgeselin çekildiği yıllarda genç yaşlardaydı elbette. O yıllara olan özlemini, yaşadığı bu eski evin penceresinden yağmuru izleyerek gideriyor gibiydi. Belki de artık olmayan komşularına ve kaybettiği dostlarına ait bir hatıra gözlemekteydi. Kaybolduğum sokaklardan çıkıp, kimi yerde iki kimi yerde tek kat yükselmiş cumbalı evlerin üzerime dikilmiş gözleri arasında yemeni ve hediyelik eşya satan dükkanların bulunduğu Yemeniciler Arastasına varıyorum. Çarşı merkezine gelince yağmur sesinin yerini insan sesleri almaya başlıyor. Burada çok daha fazla otele çevrilmiş ev mevcut. Arasta restore edilmiş dükkanlarla bir açık hava çarşısı olarak karşımda durmakta.
Safranbolu- Ara Sokaklar
 Dükkanların önünden geçerken arkamdan yürüyen yabancı turist kafilesi için hazırlıkların yapıldığını görüyorum. Sanırım burada yaşayanlar ihtiyaçlarını şehrin merkezinden karşılıyor. Gerçi orası da yürüme mesafesi olduğundan bu durumdan pek şikayetçi değillerdi diye tahmin ediyorum. Zaten gezdiğim turistik yerler arasında doğal yaşam akışına rastlamadım. Burası için bunu sadece çarşı merkezi için söyleyebilirim. Biraz ileride 1645 yılında Cinci Hoca diye tanınan biri tarafından yaptırılan ve İpek yolunun önemini kaybetmesine kadar Kervansaray olarak kullanılan Cinci Hanı şu an içerisinde kafe ve restoranları barındırmakta ancak geldiğim tarihte mevsimsel şartlardan dolayı sadece çikolata müzesi faal halde. Burada acıkmaya başlayınca hanın arkasındaki meydanda bulunan bir restoranda yörenin bilinen yemeklerinden Peruhi'yi
Ara Sokakta Başka Evler
 deniyorum. Peynirli mantı gibi düşünebilirsiniz. Üzerine atılan kuru nane yemeğe ferahlık katıyor. Biraz kuruyup dinlendikten sonra eski yerleşim yerini tepeden gören Hıdırlık Tepesi'ne tırmanıyorum. Safranbolu'ya gelen ilk Türklerin buraya yerleşip Hıdırellez kutlamalarını burada yaptığı söylenmekte. Belediye tarafından düzenlenen tepeye girişler ücretli. Burada oturup dinlenebileceğiniz bir tesis de mevcut. Safranbolu evlerini Panoramik olarak görmek insan kendisini bir filmin içindeymiş gibi hissettiriyor. Hemen karşı tepede Kaymakamlar Evi Müzesi ve meşhur Çanlı Saat Kulesini görüyorum. 3.Selim'in sadrazamlarından Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa tarafından yaptırılan kule Anadolu'daki ilk saat kulesi olma özelliğini taşıyor. Bu tepede kahve ile meşhur Safranbolu Kıtırı yiyerek manzaranın tadını çıkarıyorum. Bir müddet sonra yağmur iyice bastırıyor ve zamanın içine kısılmış vaziyette 'yolcu yolunda gerek' diyerek ara sokaklardan, bazıları hala terk edilmiş vaziyette olan evlerin bahçelerinden, üzeri cumbalarla örtülü
irimlerden geçip kayboluyorum yine. Ziyanı yok biraz daha ıslanmanın. Otelime varıp biraz dinlenince hava kararıyor. Loş ışıklı lobide küçük bir masaya ilişip yolculuğumu yazmaya başlıyorum. Safranbolu'ya veda etmiyorum henüz. Yolum yeniden mutlaka buraya düşecek.



Tabiat Parkından Bir Kare


Safranbolu'da Bir Dükkan

Yıldırım Beyazıt Camisi



Tabiat Parkından Bir Kare

 
Yine Gölcük

Cincihan Kervan Sarayı


Süha ARIN Meydanı






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Where is Etihiopia?

Bize gelişi buysa demek ki! Birçok kişinin severek içtiği, içmeden duramadığı, duraksamadan içemediği, içemeden.. -her neyse- kahvenin nereden geldiğini bir kaç yıl önce öğrendiğimde, zaten adımımı atmadığım, sağda solda mantar gibi biten meşhur yemen kahvecilerinin yemenliliklerinden bir kez daha şüphe duydum. Ana vatanı Etiyopya olan kahve ile Türkler'in tanışması Osmanlıların Yemen'i almasıyla gerçekleşmiş. Tabi bizden sonra da Avrupalılar tanışmış. Şimdi dünya üzerinde gitmediği yer kalmayan kahvenin tiryakisi olmasam da değişik bir şeyler içmiş olmak için arada içiyorum.  Varsayılan kırk yıllık hatır süresi kahvenin türüne göre değişiklik gösteriyor mudur acaba? Oturup kahve içme imkanımız olsa da aklımıza gelmediğinden kahve içmediğimiz yakın dostlarımızla bu samimiyeti sürdürebilmek için bu ritüeli gerçekleştirmek şart mı? 3 yıl olmuştur her halde bu fotoğrafı çekeli. Dondurmalı kadayıftan sonra Kahve! Kahvenin sıradan bir fotoğrafı. Rengini k...

Yeniden İznik

İznik'e Doğru-2       Temmuz ayının tam ortası. Sıcaktan uyuyamadığım bir gecenin sabahında hafifçe bir uyuklamadan sonra uyanır uyanmaz "Nereye?" diye soruyorum kendime. Epey zaman sonra işten güçten fırsat bulup gidemediğim İznik geliyor aklıma ve 'is Nicaea' diyorum. 2023 yılının Ocak ayında açılan yeni İznik Müzesini ve yine 2023 yılında ziyarete açılan antik Roma Tiyatrosunu görmeyi istiyorum.  İlk gelişimde henüz restorasyonu tamamlanmamış olan tiyatronun açılmadan önceki haliyle karşılaştığımda içine girip ziyaret edememenin hayal kırıklığını böylece üzerimden atacaktım.     Öğle saatlerine doğru çantamı hazırlayıp ikinci İznik yolculuğuma başlıyorum. Yaklaşık 40 dakika sonra İznik'e vardığımda Yenişehir kapıdan içeri girince hemen sağda şehrin girişine kurulmuş müze, surların ardından yükseliveriyor gözünüzün önünde. Otopark sorunu yok gibi. En azından şimdilik. Girişler Müze Kart ile yapılmakta. Müzede Neolitik dönemden Osmanlı dönemine kadar İzni...