Vaşak'ın İzleri

 Bölüm 6- Coaryaz'ın koleksiyonu   


  Vaşak kapıdaki nöbetçilerin kuşkucu bakışları altında büyük ahşap kapının eşiğinde durup karla kaplanmış şehirdeki sessizliği dinledi. Karşısında uzanan taş döşeli uzunca bir yolun sonunda yükselen bir sütun üzerinde, karların beyazlığını yansıtarak parlayan büyük bir üzüm yaprağı kendisini selamlıyordu. Hemen ardında geniş bir kaide üzerinde önünde büyük iki ateş yanan ve geniş merdivenlerden çıkılan bina gördü. Birer ikişer katlı, taştan yapılmış evlerin aralarından görmediği bir yerlerden tek tük at nallarının taşlara sürtünmesi duyulmaktaydı. Vaşak içeri adımını atıp ilerlemeye başlarken kendisinde yaklaşan bir grup insanın aynı anda attığı adımların seslerini duymaya başlamıştı. Biraz ilerisinden bir sokaktan bir grup savaşçı koşar adım çıkarak heykelin olduğu meydana doğru yöneldiler. Vaşak yaklaşan savaşı daha iyi hissetmeye başlamıştı. Bir an önce şamanı bulmalıydı. Etrafta Vezonam'ı soracak birilerini aramaya başladı ama herkes evine çekilmiş soğuktan kaçmıştı. Meydana yaklaştığında yolun doğu tarafındaki sokaklardan birinden elinde bir asayla dolaşan haki cübbeli birini gördü. Hemen arkasından sokağa girip yetişmek için koşmaya başladı. O sırada adam başka bir sokağa girip gözden kaybolmuştu. Vaşak da hızlıca o sokağa girip adama yetişerek "Hey dur. Sana bir şey sormak istiyorum!" diye seslendi. Adam durup arkasında baktığında daha önce görmediği yabancı giyimli birini görünce biraz tereddüt ettikten sonra "Ne soracaksınız?" dedi. Vaşak adama şamanın evini sorduğunda, adam evinin yerini bilmediğini ama meydandaki Kralgözü'nde onu tanıyan olabileceğini söyledi. Sonra Vaşak'ın yabancı olduğunu hatırlayınca ekledi: " Kralgözü meydandaki büyük bina."

Vaşak teşekkür ederek geldiği sokaktan meydana doğru yöneldi yine. Sokak aralarından da meydanda yükselen heykelin tepesindeki üzüm yaprağı görülebiliyordu. Yaprağı taşıyan sütunu sarmaşıklar sarmış ve üzerini yer yer bu sarmaşığın yaprakları örtüyordu. Şimdi ise karla süslenmişti. Vaşak anıtın yanından geçip Kralgözü'ne ulaşınca kapıdaki ateşlerin yanında duran nöbetçileri fark etti. 'Onlar kesin tanırlar şamanı' diye geçirdi içinden. Kaidenin üzerindeki binaya ulaşmak için önündeki merdivenleri tırmanıp "İyi günler!" diye seslendi askerlere. Askerlerden biri bu yabancıya doğru yaklaşıp "Sen Neburonyadan gelen haberci misin?" diye sordu. Vaşak "Hayır, Sadece şaman Vezonam'ı arıyorum," cevabını verdi. Asker hayal kırıklığıyla "Bu aralar bir haberci bekliyorduk. Seni o sandım. Kocakarının vekili içeride olabilir ama buraya sadece kralın memurları ve tüccar belgesi olanlar girebilir," dedikten sonra Vaşak'a tüccar olup olmadığını sordu. Vaşak "Maalesef belgem yok. Kocakarının yani şamanın evinin yerini söylerseniz belki onu evinde bulabilirim," dedi. Asker evin yerini bilmiyordu. Diğer arkadaşına dönerek biraz yüksek sesle şamanın evini sordu ancak o da kafasını sağa sola sallayarak bilmediğini söyledi. Meydanın batısında bulunan küçük bir hanın yolunu tarif ederek orada birini bularak sorabileceğini söylediler. Şimdi Vaşak'ın gideceği bir yer de kalmamıştı. Soğuktu ve yorulmuştu. Birkaç gün idare edecek parası vardı ancak şansı olmayabilirdi. Askerlerin söylediği yere doğru yönelip hanı aramaya başladı. Ne yapacağını düşünüyordu. Yol tarifine  uygun adımlarla heykelin yanından geçip sessizliğin içinde ara sokaklara daldı.

...sonunda hanı bulduğunda yüzü kıpkırmızı olmuştu. Hanın demir kulplu tahta kapısını açmak için elini uzattığında soğuktan elinin acıdığını hissetti. Kapı açıldığında içeriden yüzüne sıcacık bir hava çarptı. Verniklenmiş açık renkli ahşaplarla döşenmiş hanın içine göz gezdirdiğinde sol tarafında şömine başındaki tahtadan geniş koltuğa kurulmuş yarım pelerinli, uzun boylu, esmer, kalın giysiler giymiş, belinde ince uzun kılıç bulunan, ateşe doğru dönük vaziyette bir şeyler yiyen birini gördü. İçinden 'silahıyla dolaşabiliyorsa asker olmalı,' diye geçirdi. Etrafta şamanın yerini soracak daha uygun biri var mı diye göz gezdirdi.  Biraz ileride içeriyi bembeyaz karların ışığıyla aydınlatan pencerenin önündeki masada iki pejmürde giyimli adamdan biri, arkası kendisine dönük olana göz işareti yapıp Vaşak'ı göstermişti. Diğer adam yavaşça arkasını dönerken hancı elinde büyük içki bardağıyla Vaşak'a "Hoşgeldiniz beyim! İstediğiniz yere oturun" diyerek yanından geçip elindeki bardağı şömine başındaki silahşorun küçük masasına bıraktı. Vaşak hancıya geri dönerken "Şu cam kenarındakiler bana neden öyle baktı?" diye sordu tedirgin olduğunu belli ederek. Hancı "Mühim kişiler değil, gelenlerden üç beş gümüş isteyip hayatta kalmaya çalışıyorlar. Belli ki seni gözlerine kestirmişler, handayken güvendesin merak etme" dedi. Vaşak hafiften başını aşağı yukarı sallarken göz ucuyla adamlara bakıyordu. Zaten geceyi handa geçirecekti. Böylece adamların yeni içki ve yemek hayalleri suya düşmüştü. Hancı tam tezgahının içine girerken Vaşak da tezgahın önünde duran masaya kollarını dayayıp hancıya adını sordu. Hancı bir yandan ateşteki yemekleri karıştırırken bir yandan Vaşak'a cevap veriyordu. "Demirfıçı diyorlar, baharda yapılan şölenlerde tam 4 kez kaya yuvarlama şampiyonu oldum." Vaşak'ın bu şenlikten de kaya yuvarlamanın nasıl bir şey olduğundan da haberi yoktu. Sadece hancıya adıyla hitap etmek istemişti. "Demirfıçı, şaman Vezonam'ı tanıyor musun? Ben onu arıyordum aslında," dedi Vaşak. Hancı hafifçe sırıtarak "Ne için arıyorsun? Yoksa yeni vekili sen misin? Diğerinin kendine yazık ettiğini duyduk uyarmadı deme sonra," dedi. Vaşak tebessümle "Ben onun arkadaşıyım, bahsettiğin olaydan haberim var. Sadece onunla konuşmak istiyorum," diye cevapladı. Demirfıçı şömine başında tıkınan silahşoru göstererek "Sanırım şu anda burada bunu bilecek tek kişi o," dedi. Vaşak kollarını masadan ayırırken hancıdan kendisi için bir kaç parça yiyecek istedi. Silahşorun yanına geldiğinde "İyi günler. Şaman Vezonam'ı arıyorum siz yerini biliyor musunuz?" diyerek hemen konuya girdi. Adam yediği ekmeği ağzından çekmeden yavaşça Vaşak'a bakıp bir parça kopardı. Çiğneyip yutkunduktan sonra "Kimsin?" diye sordu Vaşak'a. Vaşak onun arkadaşı olduğunu ve kendisini bulması gerektiğini söyledi. Adam yemeğe devam ederken umursamaz bir halde "Sanırım dediğin adamı tanımıyorum" dedi. Vaşak "Bir kadındı ama olsun tanımadığına emin oldum, diyerek adamın çok uzağında olmayan başka bir koltuğa oturup ateşi izlemeye koyuldu. İyice ısınmış sayılırdı. Arkasından hancı biraz yemek getirip önünde duran masaya koydu. Vaşak yönünü masaya dönüp yemeye başlarken silahşor "Eğer yardıma ihtiyacın olursa bir kaç gün daha buradayım, adım Pekos" dedi. Vaşak: "Nasıl bir yardım?"
Pekos: "Köle ve esir avı, bu benim işim."
Vaşak: "Tam anlamadım"
Pekos: "Kaçan esir ya da köleleri para karşılığında takip eder bulur getiririm. Senin sorduğun ismi aslında duymuştum ama adam sanıyordum. Geçenlerde onun bir ticaret vekilini yakaladım. Epey cömert biri anlaştığımızdan fazla gümüş verdi."
Vaşak: "Evet yakalananı görmüştüm. Demek sen yakaladın! Peki sana parayı veren kimdi?
Pekos: "Sanırım başka bir kölesiydi. Nerede olduğunu hiç sormadım ama sanırım savaş için yeni askerler topluyormuş. Ben de bu yüzden geldim Predonya'ya. Ganimet için."
Vaşak: "Ganimet elde edeceğini mi düşünüyorsun? Hayatta kalacağından çok eminsin."
Pekos: "Emin olmayan savaşamaz."
    Konuşma devam ederken hanın kapısından üzerinde uzun ve beyaz cüppe olan biri girdi. Yanında bir asker duruyordu. Kendine en yakın kişi olan Vaşak'a bakıp "Predonya adına savaşırsan sana toprak ve gümüş vaat ediyoruz," dedi. Sonra yüksek sesle arka tarafta pencere dibinde oturanların da duyabileceği şekilde tekrarladı çağrısını. Kararını verenleri iki gün sonra meydanda bekliyor olacağım diyerek arkasını dönüp yanındaki askerle birlikte handan ayrıldı.
Pekos: "Aslında baharı bekleyip Gecekıran'a Neburonya'dan gelen kuvvetle saldıracaklardı. Yani saldıracaklarmış. Planları ortaya çıkınca düşman erken davrandı. Şimdi yana yana asker arıyorlar. Yakında Predonya da eskiden olduğu gibi, Nuorgesa'daki diğer kabileler gibi özgürlüğüne kavuşacak.
Vaşak: "Vezonam'ın kimler için asker topladığını biliyor musun?"
Pekos Vaşak'a doğru eğilip sessizce :"Gecekıran için."
Vaşak bu fısıltıdan Pekos'un da Gecekıran ordusu için geldiğini anlayıp "Bu duyulursa çok kötü olur. Onu hemen bulup bazı şeyler sormam lazım" diyerek yemeğini bitirmeden ayağa kalktı.
Bu büyük ve karla kaplı şehri sis kaplı halde hayal etmemişti. Umduğu bir çok şeyin içinde kalacağı ve çok kısa süre sonra buradan ayrılması gerektiğinin farkına vardığında yüreğine ağır bir şeyler oturmuştu. Yorgun ve kafası karışık bir halde nereye gideceğini düşünüp ayakta ateşe bakakaldı. Düşlerindeki o büyük gemiler henüz ortada yoktu. Sokaklar bomboş ve sakindi. Pazar yerleri ve şölenler yoktu. Şehir sükunete bürünmüş baharla birlikte yeni bir dönemi bekliyor gibiydi.

    Vaşak dışarı çıkmadan önce Pekos'a dönüp "Onu bulmama yardım eder misin?" diye sorunca. Pekos sırıtarak "Yemeklerin ücretini ödersen olur,"  dedi ellerini çırpıp ayağa kalkarak. Vaşak hafif bir tebessümle kesesinden iki gümüş çıkarıp yemeklerin olduğu masalara bırakırken Pekos tek omuzunu örten pelerinine dökülen yemek kırıntılarını silkeleyerek kapıya yöneldi. Vaşak arkasından hızlıca yetişerek hanın kapısından çıktığında kar soğuğu onu yeniden kucağına buyur etmişti. Birlikte meydana doğru yürürken Gecekıran'a nasıl gidecekleri hakkında kısa bir konuşma yapmışlardı. Şehirden çıkışlar, giriştekinden daha fazla denetleniyordu. Pekos'un planı belliydi. Bir esir avcısı olduğu için çok rahat gezebiliyordu. Şehirden çıkarken kuzeyde Gölköy ve Predonya arasında kalan kendi halinde yaşayan insanların olduğu Nuorgesa'nın doğusundaki Conkros vadisi üzerine kurulmuş Lakan kasabasında birini aramaya gittiğini söylemesi askerler için yeterliydi ancak Vaşak girerken böyle bir zorlukla karşılaşacığını bilmediği için nereden geldiğini söylemişti. Vaşak dalgın bir halde müthiş bir istekle koşarak geldiği şehirden daha bir gün geçmeden nasıl çıkacağının hesaplarını yapıyordu. Meydana geldiklerinde Pekos,  "Aslında sen gelmeden şamanla ilgili birkaç söyle..." derken sustu. Vaşak'ın koluna hafifçe dokunarak Kralgözü'nün önünde duran sütunlardan birine bağlanmış halde birini göstererek "Bu nedir be?" diye sordu. Vaşak'ın da ne olduğunu bilmediğini biliyordu ama daha önce böyle bir cezalandırma görmemişti. Vaşak, Pekos'un gösterdiği kişiye bakınca Vezonam'ın olduğunu fark etti. Endişeyle Pekos'a dönüp "Bu o. Vezonam. Onu yakalamışlar," derken eli ayağı birbirine dolanmış haldeydi. Pekos da "Ben de daha fazla burada durmasam iyi olur. Hana dönüp eşyalarımı almama yardım eder misin?" dedi panik halinde. Fazla süre geçmeden hana döndüklerinde Pekos, Vaşak'a "Sen içeri girmeden bekle başlığınla yüzünü ört, hancıya bir şey söylemiş miydin?" diye sordu. Vaşak "Evet ona da sormuştum şamanın yerini," dedi pişman bir halde. Bir yere oturup sakinleşmek istiyordu. Pekos "Neyse olan oldu, hemen geliyorum," diyerek içeri daldı. Çok geçmeden büyük bir kürk ve heybeyle döndü ve onları Vaşak'ın kollarına atıp "Artık benim yardımcımsın bunları taşı ve para isteme yeter, yanımdan da ayrılma," diye tembihledi.

    Pekos ve birkaç adım peşinden Vaşak şehrin kuzey kapısına doğru yürüdüler. Sessizlik hala şehirde en çok duyulan şeydi. Vaşak bir ara duraklamış, olduğu yerde kalmıştı. Büyük şaman, Vaşak'ın gördüklerini görüp, Vaşak ve Vezonam için Predonya'da demircilik yapan ve diğer şamanların da tanıyıp, bilmediği Akedyom'a seslenip yardım istedi. Akedyom yaptığı demir eşyaları tılsımlayıp onlara etkiler yükleyebiliyordu. Bu yeteneği Büyük şaman Coaryaz'ı bile her zaman etkiliyordu.  Pekos ve Vaşak kapıya geldiklerinde askerler onları durdurunca Pekos önceden hazırladığı senaryoyu anlattı. Asker "Peki gidin bakalım ama geri dönecek olursanız bu gece kapılar tamamen kapanacak haberiniz olsun," diyerek onları uyardı. Bir kaç adım attıktan sonra askerin biri durun diye seslendi. Vaşak yüzünü ellerinde tuttuğu eşyaların arkasına saklamaya çalışırken 'Sen sabah gelen Ormanköy'lü değil misin?' sorusunu işitti. Vaşak tam bir şeyler düşünüp söylemeye hazırlanırken şehrin içinden gelen yaşlı ve iri bir adam "Hey durun bir şey söylemem lazım," diyerek askerlere yaklaşıp onların demir zırhlarına dokunak kulakların bir şeyler fısıldadı. Askerler onun kendilerine silah ve zırh yapan demirciler loncasının başı olduğunu bildiklerinden kendilerine yaklaşmasına izin verdiler. Hemen ardından oradaki birkaç nöbetçi birbiri ardına bayılmaya başladı. Daha sonra , Vaşak'a dönüp "Büyük şaman senin son kez bir seçim yapmanı istedi. Yeni seçtiğin yol umarım sana hayat verir," dedikten sonra Pekos'a kılıcını uzatmasını söyledi. Pekos'un elinden kılıcı almadan ona dokunup bir şeyler fısıldadı. Arkasını dönüp şehre yeniden girerken "Umut ettiğiniz şeye doğru ne kadar yürürseniz o da sizin ulaşmanız için yolunu önünüze serecektir," dedi. Adamın sesi kapının tonozunda parlayıp kaybolmuştu. İki yoldaş sırtlarını şehrin duvarlarına verip yeniden yola koyularak Gecekıran'a giden yolda tereddüt etmeden hızlıca ilerlemeye başladılar.  Vaşak yüzünün sağ tarafına vuran kardan daha soğuk rüzgarı hissetmeye başladığında havayı soluduğunda farklı bir koku duydu. Başını çevirip o yöne baktığında yavaş yavaş açılan sisin arasında denizi gördü ve dikkatini uzakta bir yerde karanlık bir dağ gibi beliren iki büyük gemi gördüğünde Pekos'a "Bekle! Bak! Burada onları bekleyip görmek istemiştim. Şimdi ise kaçış sebebim olan savaşı içlerinde getiriyorlar. Ne acı," diyerek kursağında kalan hevesten bahsetti.  Pekos gemilere bakarak "Bunlar Glotonlar, Neburonya'nın özel askerleri. Bu gemilerden çok gördüm, içlerinde çok seyahat ettim. Gittikleri yerden çok şey alırlar." Yürümeye devam ederken gemiler gözden kaybolana kadar Vaşak ara ara dönüp onlara bakmaya devam etti. Yükselen kar yürümelerini zorlaştırdığında yolun kenarında büyükçe bir  ağaç bulup altında bir müddet sonra gelecek olan  Minancael'in ordusunu beklemeye başladılar. Vaşak taşıdıklarından dolayı kollarını kaldıramayacak hale gelmişti. Kürkünü ağacın dibine serip sırtını ağaca dayayıp dinlenmeye başladı. Pekos pelerinin iç tarafındaki cebinden küçük bir şişe çıkarıp bir yudum aldıktan sonra geri yerine koyup "Biliyor musun bu ganimet için girdiğim son savaş olacak, her şey bittiğinde kendime yetecek büyüklükte bir çiftlik açıp birkaç kişiyi de yanımda çalıştıracağım, sonra çiftlikte yetiştirdiklerimi kendi küçük gemimle liman liman gezdirip satmak istiyorum. Hatta işler yolunda giderse çiftlikten sonra bir dokumacı da açabilirim. Remezia isimli bir şehirde çok fazla fiyata satıldığını duymuştum Neburonya'daki locada," diye hayallerini paylaşırken birden durup "Hemen geliyorum," diyerek uzaklaşmaya başlayınca Vaşak "Hey nereye?" diye arkasından seslendi. Kar durmak üzereydi. Pekos "Görünüyorlar mı ona bakacağım." Vaşak başını da ağaca yaslayıp içinden 'keşke şurada bir ateş olsaydı' diye geçirdi. Şu an en çok istediği şey bu olabilirdi. Yüzü soğuktan ara ara seğirmeye başlamıştı. Eliyle yüzünü ovalayıp ısıtmaya çalışıyordu. Sonra uzaktan kendisine doğru koşarak gelen Pekos'u görünce ayağa kalkıp "Ne oldu?" diye bağırdı. Pekos "Eşyaları alıp gidelim, geliyorlar," dedi. Yorgun halde ama bu kez paylaşarak yüklendikleriyle yürümeye devam ettiler. Bir müddet gittikten sonra yolun kenarında hafifçe yükselen bir tepenin yanından kendilerine doğru iki gümüş gözcü yaklaştı. Pekos durumu anlatınca, onları yanlarında götürüp bağlı oldukları ordunun sağ kanadını idare eden komutanla görüştürdüler. Komutan, Lakan kasabasının hanımı olan Bralan'ın oğlu olan Galni en önde yaya halde yürüyordu ve yanında başka asker yoktu. Pekos durumu kısaca anlattıktan sonra komutan onun özel bir asker olduğunu anlayıp habercisini Minancael'e gönderdi. Pekos ve Vaşak komutanla birlikte ilerlemeye başladılar. Haberci geri döndüğünde Minancael'in Vaşak'ı tanıdığını Vezonam'ın bu konuda önceden haber gönderdiğini söyleyip komutana onları himayesine almasını emrettiğini söyledi. Galni "Kocakarı şimdi nerede?" diye sordu Vaşak'a. Pekos, Vaşak'ı beklemeden şamanın yakalandığını söyledi. Galni "Kötü talih bazen denizlerin ötesindekileri göreni bile yakalayabiliyor demek ki," dedi. Vaşak bunu duyunca Urakes'in, denize doğru yürürken bahsettiği kahinin kim olduğunu anlamıştı. Galni"Senin silahlarını göremedim," diye devam etti konuşmasına Vaşak'a hitaben. Vaşak sopasının alındığını anlattı şehrin girişinde. Galnikahkaha atarak "Sen de silahsız halde savaşa girmeye karar verdin öyle mi? Ya cesaretine ya da şansına güveniyor olmalısın," dedikten sonra arkada yürüyen yardımcılarından birine "Shar-an bu delikanlıya bir takım ver de yaşamak için mücadele etsin.  Seslendiği adam çok geçmeden orta boylarda hafif, sedir ağacından kabzasının üzerinden daha önce bazı taşların söküldüğü oyuklar olduğu anlaşılan bir kılıç ve sekizgen şeklinde üzerinde güneş ve ay resimleri olan kahverengi deri giydirilmiş ince ama sağlam görünen bir kalkanla geri dönüp onları Vaşak'a uzattı. Vaşak kalkanı eline aldığında dinçlik, kılıcı eline aldığında ise içinde yükselen bir cesaret hissetti. Predonya'ya yaklaştıkça huzursuzluk gökyüzünü kaplıyordu. Galni yanındaki yolculara "Eşyalarınızı arkadan gelen taşıyıcılara verin hayatta kalırsanız geri dönüp alırsınız," dedi gülümseyerek. Yolcular da öyle yaptı. Sol taraflarında bulunan grubun önündeki gümüşler borularını çalmaya başladıklarında artık Predonya duvarları görünüyordu. Vaşak heyecandan titremeye başladı. Burada olmak zorunda olup olmadığını düşündü. İçinden savaşma fikrini baştan düşünmek  geldi ama bunun için biraz geçti. Dönüp yeniden köyüne gitmeyi ve yine ormanda yaşama ihtimali daha yüksek olan avcılığa devam etmeyi hayal etti. Ancak bunu yapamazdı. Nedenini bilmese de en azından onunla birlikte yürüyen, yardım eden herkes için kalması gerektiğini düşündü. Komutan "Bakın limandan inen askerler şehre girmeye çalışıyor, bunu değerlendirmeliyiz," diyerek Glotonları göstererekk aklındakini paylaştı yanındakilerle. Pekos "En az 1500 asker, içeridekilerle birlikte 1800 falan," diyerek dışından bir hesap yapmıştı. Komutan "Sadece sol kanattaki klanlar bile ilk saldırı için yeterli," dedi. Vaşak "Köyler de mi savaşa katıldı?" diye sordu komutana. Adam "Evet, burası onların da evi ve sözlerini söylemek için buradalar."

    Vaşak babasının da oralarda bir yerlerde olabileceğini biliyordu. Acaba aklına gelmeyen daha kimler buradaydı. Şimdi gitmemekle doğru karar verdiğini anlamıştı. Doğup büyüdüğü, ait olduğu yer için mücadele edecek, dahası belki de kendisini Predonya için artık bir yabancı değil bir fatih olarak görme imkanı bulacaktı. Minencael de Galni gibi düşünüp ordunun sol kanadını durmaksızın hücuma çıkardı. O sırada gümüşler borularını çaldı ve Galni "Orta kanada yakın kalacağız," diyerek kendi altındaki komutanlara emir verip koşturmaya başladı. Arkasından da ordusu... Sol kanattaki askerlerin naraları Predonyanın duvarlarını titretiyordu. Hızlıca koşarak şehre giren askerlere yetişmişlerdi. Sayıca üstündüler ancak Neburonya'dan gelen seçme askerler bu saldırı için Minancael'i pişman edecekti. Bu bir tuzaktı. Limanın görünmeyen kısmına saklanmış bir ordu birden Klanların arkasından sarkarak onları araya kıstırdılar. Savaş, daha savaş düzenine geçmeden başlamış oldu. Minancael daha muharebenin başında moral bozukluğu yaşamamak ve arada kalan Klanları kurtarmak için kendi grubuyla ileri atıldı ve sağ tarafının korunması için şehirden çıkan askerlere saldırma görevini sağ kanada verdi. Vaşak bu ölüm tufanının böyle hızlıca gelişeceğini hiç tahmin edememişti. Artık düşünmeyi bırakıp koşmalıydı. Kapılara yaklaştıklarında etrafında kılıçlar çarpışmaya başlamıştı. Korkuyla kime saldıracağını seçmeye , karmaşanın içinde aklını toplamaya çalışıyordu. Pekos ise kendi dişine göre birkaç düşmanı şimdiden yere sermiş yenileri için kalabalığı yarmaya çalışıyordu. Kapının üzerindeki oluklardan da üzerlerine ok ve mızrak yağmaya başlamıştı. Vaşak korku ve cesareti aynı anda yaşıyor soğuğu hissetmeden üzerinde sarı gördüğü her şeye saldırıyor kendine gelen hamleleri de boşa çıkarmak için etrafını gözlüyordu. Bir müddet yaşama arzusuyla mücadele ettikten sonra çekilmeleri için gümüş borular öttü. Komutan çekilin diye emir verince Minancael ve ordusu arkalarında yüzlerce ölü ve yaralı bırakarak şehrin surlarını görebilecek kadar geri çekilmişti. Glotonların da kayıpları azımsanacak gibi değildi. En az 200 askeri muharebede saf dışı kalmıştı. 

    Minancael ordusunu dinlendirip bir dahaki saldırıyı planlarken. Pekos kalabalığın arasında, yorgun ve kirli bir halde, yere serdiği kürkün üzerinde dinlenen Vaşak'ı bulup ona nasıl hissettiğini sordu. Vaşak kollarını gösterip "Ağrıyorlar. Her yerim ağrıyor ve titriyor" dedi. Kendini muharebe boyunca kasmaktan yorulmuştu. Pekos pelerinindeki şişeyi çıkarıp bir yudum aldıktan sonra "Çok az umut var , ama ganimet hayali bile bana güç veriyor," deyip pelerinini Vaşak'ın yanına, kara bulanmış toprağa serip üzerine uzandı. Vaşak hengamede kolyesinin düşebileceği aklına gelince hemen boynunu yoklamıştı. Yerinde duruyordu ve parlaklığı artmıştı. Dinlenmek için biraz uzanmak istiyordu. Gözlerini kapattığında biraz önceki sahneleri görüyor ve bunlar içindeki kaygıyı besliyordu. Gözlerini açıp gökyüzünü izlemeye başladı ancak gözlerini açık tutmak da istemiyordu. Bir haberci akşam için herkesin hazırlıklı olması gerektiğini söyleyerek geziyordu yerde oturan, yatan insanların arasında gezinerek. Çok vakit kalmamıştı demek ki. Gün artık batmak üzere alacakaranlığını örtüyordu Predonya önlerine. Vaşak heybesini karıştırıp bulduğu ufak birkaç parça ekmeği yemeye başladı. Tat almıyordu. Ağlama isteği doğdu içine bununla mücadele ediyordu. Yüzüstü dönüp gözlerinin bir şey görmemesi için kollarını başının altına koyup gözlerini kapattı. Yanında olmasını en çok istediği şey ailesinden bir hatıra olabilirdi şu an. Pekos'a kapandığı yerden "Savaştan sağ çıkarsam yeniden ormanıma dönüp uzunca bir ava çıkacağım. Biraz kuş ve birkaç postu para edecek hayvan avlasam beni bir süre idare eder," derken yüzünü Pekos'a dönüp "Ya da dur. Belki bende Ormanköy'de post ve et ticareti yapmaya başlarım böylece hem avlanmak zorunda kalmam hem de gezebildiğim kadar gezerim," diye devam etti. Hayalleri onu savaştan çok uzaklara taşımış, bir an içinde bulunduğu durumu unutmuştu. Bir boru sesi hayallerini dağıtmasaydı uzunca zihnindeki bu mutlu dünyada yaşayabilirdi. Sesi duyunca herkes ayağa kalkmaya başladı. Vaşak da kalkanını ve kılıcını kuşanıp beklemeye başladı. Gloton ordusu da pozisyon almış, şehir içinde savaşma riskini göze alamayarak duvarların önünde düşmanlarını bekliyordu. Boru sesiyle klanlar limana doğru hücuma kalktı. Ardından Diğer iki grupta doğrudan şehrin kapılarına doğru ok ve mızrak fırlatarak ilerlemeye başladı.  Vaşak etrafına düşen ve birilerine saplanan oklardan korunmak için kılıç darbeleriyle zedelenmiş kalkanının altında eğilerek koşmaya çalışıyordu. Yavaşça kararan havada bastığı yeri görmek için fazladan çaba sarf ederek gücünün sınırlarını zorlamaya çalışıyordu. Hayatta kalmalıydı. Elbet ölümün kendisini bulacağını biliyordu ama bu gün o gün olmasın diye dua ediyordu. Düşmana yaklaştıklarında ön saflardaki savaşçıların kılıçları ve naraları loş aydınlığın huzur dolu havasını bozmak için var gücüyle şakırdamaya başladı. Vaşak, Pekos'a yakın bir yerde durup, göğsüne dayadığı kalkanın arkasından kendisine uygun düşman bulmak için göz gezdiriyordu. Birden duvardaki oluklardan fırlatılan bir cirit kalkanının üçte birini yarıp kırdı. Vaşak bu nişancıya yine hedef olmamak için sağa sola koşuşturup kalkanın kalan kısmıyla kendini korumaya devam ediyordu.

    Şehir kapısının önünde mücadele devam ederken klanlar zayıflayan limanı fazla kayıp vermeden ele geçirdiler. Gemiler için bir birlik bırakıp sol taraftan kapıya doğru ilerlemeye başladılar. Minancael'in grubu ortadaki direnci kıramadığı için yerinde sayıyor şehre yaklaşamıyordu. Klan askerleri yardıma gelince biraz rahatlayan Minancael bir Gloton tarafından yaralanınca gümüşler tarafından oradan çıkarılmıştı ancak grubu savaşa devam ediyordu. Kabileler ilerliyorlardı anca çok fazla kayıp verseler de nihayet Minancael'in grubuyla birleştiler ve savaşa öyle devam ettiler. Galni ise yavaşlayarak ilerliyor ordusunun soluğunun yavaş yavaş kesildiğini hissediyordu. Glotonlar yaman bir şekilde savaşıyor bazı yerlerde çok fazla kayıp verdiriyorlardı. Vaşak ise savaşın bu cinnet halinden payını almış, yerde yatanların üzerine basarak kılıcını savuruyordu. Dört düşmanını yaraladıktan sonra tek başına ilerlemeye devam etmiş Glotonların oluşturduğu gedikli düzeninin arasında kalmıştı. Bacağında bir acı hissetti. O tarafa baktığında bir cirit saplanmış olduğunu gördü. O sırada Pekos onun yaralandığını gördü ve "Geriye doğru çık çabuk," diye bağırdı. Vaşak geri dönmeye fırsat bulamadan göğsüne bir kılıç saplandı ve can havliyle kılıcı kalkanıyla savurmaya çalışınca yarası daha çok açıldı. Kılıcını düşmanına fırlatıp acıyla yere yığıldı. Derin derin nefes alıp veriyordu. Son artık çok yakındı ve korkusu yok olmaya başlamıştı ancak yine de ölmeyi hiç beklememişti. Pekos onu sürükleyip biraz geri çektikten sonra onu büyük bir taşa yaslayıp "Dayanmaya çalış, fena oldu bu," diyerek pelerini yaraya basıp bir süre bekledi ancak bu bekleyişin bir sonu yoktu yeninden savaşa dönerek en azından bir işe yaraması gerektiğini düşünüp Vaşak'a "Biraz sabret, geri dönüp seni alacağız," diyerek kılıcını çekti ve koşmaya başladı. Yanından geçen gümüşler düşmana doğru saldırıp kısa sürede üstün geldiler. Bozguna uğrayan düşman şehre doğru kaçarken, Vaşak'ın gözünü karanlık almaya başladığında, hevesin, hayallerin ve umudun kendisi için bir son getirdiğini ancak bütün bunların kendi kaderi olduğu inancını taşıyordu. Bütün bunları yaşaması gerektiği kanaatindeydi. Yeryüzünde yapması gerekeni yapmış ve artık görevinin bitmiş olduğunu düşündü. Gözlerin kapatmadan İfor'un, Urakes'in ve Pekos'un Predonya askerleriyle savaşan hayalleri geldi. Gerçeklik artık kayboluyor yerini hiçliğe bırakıyordu. Göğsünde bir el belirdi ve bu gerçekti. Coaryaz çamura ve kana bulanmış elleriyle, içinde inanç ve umutlarının taşındığı taşı artık Vaşak'tan geri alıp kesesinde yine kendisi gibi parlayan diğer taşların arasına bıraktı. Vaşak yanından ayrılıp şehre doğru yürüyen şamanın ardından bakarken büyük bir karanlık her yeri kapladı.


SON

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yeniden İznik

Yağmurlu Birkaç Gün

Scrikss 419 Üzerine