Ana içeriğe atla

Yeniden İznik

İznik'e Doğru-2

 

    Temmuz ayının tam ortası. Sıcaktan uyuyamadığım bir gecenin sabahında hafifçe bir uyuklamadan sonra uyanır uyanmaz "Nereye?" diye soruyorum kendime. Epey zaman sonra işten güçten fırsat bulup gidemediğim İznik geliyor aklıma ve 'is Nicaea' diyorum. 2023 yılının Ocak ayında açılan yeni İznik Müzesini ve yine 2023 yılında
ziyarete açılan antik Roma Tiyatrosunu görmeyi istiyorum. 
İlk gelişimde henüz restorasyonu tamamlanmamış olan tiyatronun açılmadan önceki haliyle karşılaştığımda içine girip ziyaret edememenin hayal kırıklığını böylece üzerimden atacaktım.

    Öğle saatlerine doğru çantamı hazırlayıp ikinci İznik yolculuğuma başlıyorum. Yaklaşık 40 dakika sonra İznik'e vardığımda Yenişehir kapıdan içeri girince hemen sağda şehrin girişine kurulmuş müze, surların ardından yükseliveriyor gözünüzün önünde. Otopark sorunu yok gibi. En azından şimdilik. Girişler Müze Kart ile yapılmakta. Müzede Neolitik dönemden Osmanlı dönemine kadar İznik ve çevresinin yanı sıra başka kazı alanlarında bulunan çeşitli eserleri barındıran müzede daha önce sebebini düşünmediğim bir şey dikkatimi çekiyordu. Eserler üzerindeki şekiller. İnsanoğlunun sanata düşkünlüğünü en eski eserlerde bile üzerlerine çizilen motiflerden ve bazı anlamları ihtiva eden işaretlerden anlıyoruz. Peki insana bir şey güzelleştirmeye çalıştıran sebep ne? Hayalini yaratma içgüdüsü mü yoksa kendini diğerlerinden ayrıştırmak mı? Bunun gibi bir çok sebepten var olduğu günden beri ortaya hep yeni bir şeyler koymaya çalışan insanoğlunun mührünü vurduğu birçok eser burada sergilenmekte. En çok ilgimi çekense lahitlerin üzerine oyulmuş hikayeler ve tasvirler oldu. Roma Tiyatrosundan getirilen mask ve yüz şeklindeki bina süsleri de epey ilgimi çekmişti. 

    Konsil Tasviri Müzede


Bunlardan başka, dinler tarihinde özel bir yeri olan İznik Konsili'nin temsili resmi de müzenin bir duvarında yerini alıyordu. Konu İznik olunca bu olaydan söz etmemek olmaz diye düşünüyorum. Milattan 325 yıl sonra yani 1700 yıl önce, aslında başka bir kentte toplanması planlanan konsil 
İmparator Konstantin'in çağrısıyla İznik'e nasip olmuş. Burada Hristiyanlık içinde  farklı fikir akımlarını tek bir çatı altında toplamaya, ortak bir görüş oluşturulmaya çalışılmış ve İsa'nın tanrısallığını reddeden İskenderiyeli Rahip Arius'a karşı fikir birliğine varılmış. Arius denen adam da aforoz edilmiş. Şimdilik bu konuyu burada bırakıp, müzedeki ziyaretimi bitiriyor, öğle sıcağının altında Roma Tiyatrosunu görmeye gidiyorum. 

    İznik'in en sevdiğim taraflarından biri -en sevdiğim- tarihe yürüyerek şahitlik edebilmek. Ummadığınız bir köşe başından ummadığınız bir eserin olduğu sokağa girme ihtimaliniz çok yüksek. Tiyatroya vardığımda tiyatro etrafındaki küçük yapıların tamamının henüz çıkarılmadığını görüyorum, sanırım çalışmalar hala sürüyor. Milattan sonra 2. yüzyılda inşa edilen tiyatronun girişi tribünlerin altından. İlk başta devasa odalar sandığım büyük taşlarla inşa edilmiş yüksek tavanlı bu tonozlar tiyatroyu ayakta tutmakta. Diğer antik tiyatroların aksine bu yapı doğal bir eğime değilde düz bir alana inşa edildiğinden bu tonozlara ihtiyaç duyulmuş anladığım kadarıyla. Bu tonozların arasında karanlık olan odacıklar da mevcut ve hepsi birbirlerine küçük kapılarla bağlanmış. Dokuzeylül Üniversitesinin web sitesinden öğrendiğime göre bu şekilde inşa edilen Türkiye'deki tek örnekmiş. Tiyatro dışındaki duvarların taşları da zamanla sökülerek şehrin başka yapılarında kullanılmış. Sahne kısmının arkasındaki binanın üst katları çoktan yıkılmış. Bina içinden günümüze ulaşan bölümlerde ise yıkıntılar, yabani otlar ve kavurucu sıcağın sessizliğinde mermerlere tutunmuş kertenkeleler mevcut. Birkaç fotoğraf çektikten sonra Tribünlerin üzerine çıkıp gözle görünen bütün günümüz yapılarını hayalimde silip geçmişi canlandırıyorum. Uzak tepelerdeki toprak yoldan at arabalarının tek tük geçtiği ıssız bir coğrafya beliriyor önümde. Rüzgarın terimi kurutmasını bekledikten sonra alt taraftaki odacıklardan çıkışa yöneliyorum. Yol üzerinde bir çay ocağında gölgelenirken etraftaki çini atölyelerinin yoğunluğu dikkatimi çekiyor. Hem yapanlar hem de alanlar bu atölyeler önünde kalabalıklar oluşturmuş. Sosyal medyada son zamanlarda rastladığım seramikle ilgili video sayısının neden arttığını daha iyi anladım. Bunu niş bir iş ve sosyal medya konusu haline getirme çabaları umarım karşılığını bulur. Çini sanatına ilgi duyanların sayısının artması dileğiyle derken İhsan Oktay Anar'ı da yanımda getirdiğimi hatırlıyorum. Çini atöleyelerini izlemekten fotoğraflamayı unuttuğum için şimdilik fotoğraf yok ancak bir dahaki sefere daha detaylı anlatmayı isterim. Bu konuyu kenara bırakıyor ve göl kenarı bu zamanlarda pek kalabalık olduğundan yönümü Yeşil Cami meydanındaki bol rüzgarlı çay bahçesine çevirip kitabıma dalıyorum. İznik'ten haberler şimdilik bu kadar.







Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Değerli kardeşim kalemine sağlık, Çok güzel olmuş. Bir gün de bizleri gezdir buralarda. Sezar gibi dolaşalım oraları, gladyatörler gibi savaşalım meydanlarda.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yağmurlu Birkaç Gün

    Yol İnsanı Terbiye Eder  Geyve-Bolu Arasında Bir Yer      Eylül'ün son günü saat sabahın beşi. Yağmur geceden başlamış, ziyanı yok. Meteorolojiyi umursamadan Bursa'dan koyuluyorum. Rotamı ve konaklamalarımı birkaç gün evvelinden belirlediğimden güzergahı hiç değiştirmeden, İznik üzerinden Bolu istikametine sürüyorum motorlu taşıtlar vergisini. Yağmur gittikçe şiddetini artırıyor. İznik'i geçip Adapazarı yoluna düşüp kara bulutların gölgeleri artık görünür olmaya başladığında yol üzerindeki sağlı sollu serpiştirilmiş köylerin kimi eski kimisi de artık terk edilmiş evleri, ahırları ve depoları yolcuları ürkütmeye çalışan bir siluet haline gelmişti. Böyle binaları izlemek bana sebebini bilmediğim tarifsiz bir keyif veriyor. Pamukova civarına geldiğimde artık kızıl ışıklar gökyüzünü kaplamıştı. Geyve istikametindeki yüksek tepelerin aralarından akıp giden sis bulutları içinde bir yükselip bir kaybolan rüzgar türbinleri yolcuları selamlıyor. Ardından Geyve'y...

Where is Etihiopia?

Bize gelişi buysa demek ki! Birçok kişinin severek içtiği, içmeden duramadığı, duraksamadan içemediği, içemeden.. -her neyse- kahvenin nereden geldiğini bir kaç yıl önce öğrendiğimde, zaten adımımı atmadığım, sağda solda mantar gibi biten meşhur yemen kahvecilerinin yemenliliklerinden bir kez daha şüphe duydum. Ana vatanı Etiyopya olan kahve ile Türkler'in tanışması Osmanlıların Yemen'i almasıyla gerçekleşmiş. Tabi bizden sonra da Avrupalılar tanışmış. Şimdi dünya üzerinde gitmediği yer kalmayan kahvenin tiryakisi olmasam da değişik bir şeyler içmiş olmak için arada içiyorum.  Varsayılan kırk yıllık hatır süresi kahvenin türüne göre değişiklik gösteriyor mudur acaba? Oturup kahve içme imkanımız olsa da aklımıza gelmediğinden kahve içmediğimiz yakın dostlarımızla bu samimiyeti sürdürebilmek için bu ritüeli gerçekleştirmek şart mı? 3 yıl olmuştur her halde bu fotoğrafı çekeli. Dondurmalı kadayıftan sonra Kahve! Kahvenin sıradan bir fotoğrafı. Rengini k...