Ana içeriğe atla

ÇANAKKALE-2 ASSOS VE TROYA






19 Eylül sabahı Bursa'dan Çanakkale'ye serin ve kapalı bir havada yola çıkıyorum. Yol açık, Hava kapalı ve Rüzgar hızlı. En sevdiğim havalar. Radyo dinleye dinleye 3,5 saatte Çanakkale'ye ulaştım. Tabi kahvaltı için yakın dostum Osman'la buluştuk. Bu kez nereye gideceğimi bilmeden onun aracına atladım. Çanakkale'ye yaklaşık yarım saat mesafede, Ayvacık ilçesinde bulunan Büyükhusun köyündeki bir otele gittik. Kahvaltımızı yerken karşıda Midilli adası o eski antik çağların güneş ışığını üzerinde biriktirip şimdi bize yansıtıyormuş gibiydi. Kahvaltıdan sonra tekrar yola çıkıp fazla uzak olmayan Assos'a, Behramkale köyüne gidiyoruz. Behramkale köyü bu topraklar Osmanlı hakimiyetine geçtikten sonra kurulmuş. Daha öncesinde eski köy buradaki  andazit taşlarıyla meşhur ve sönmüş bir volkan olan tepenin üzerine kurulmuş olan kalenin denize bakan tarafındaymış, 19. yüzyılın sonralarında başlayan kazı çalışmaları hala devam ediyor. Bu eski köy Lidyalılar, Persler, Pergamonlular ve Romalılar tarafından hakimiyet altına alınmış ancak orta çağda terkedilmiş, İnsan 'burası terk edilir mi?' diye düşünmeden edemiyor. Kalenin girişinde Osmanlı tarafından yapılmış halen kullanılmakta olan bir cami mevcut. Kalenin içinde, su ihtiyacı için yapılmış iki tane de sarnıç var, tepenin eteklerindeki köyün su ihtiyacı da buradan mı karşılanıyordu acaba? Vakit darlığından kale içindeki patikadan antik köye inemeyip tepeden bakmakla yetindik. tepenin eteklerinde doğal bir kayaya oyulmuş 2500 kişilik bir amfi tiyatro bulunuyor. İşlenmesinin zorluğuyla bilinen andazit taşını oymak için epey uğraşmış olsalar gerek. Egenin tüm ihtişamıyla önümüze serilip gittiği tepede şehrin koruyucusu olduğuna inanılan tanrıça Athena adına yapılmış bir tapınağın kalıntıları var. Daha önce burada bulunan heykeller ve işlemeli taşlar Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin müzelerinde sergileniyormuş öğrendiğim kadarıyla. Medeniyetin İnşa edildiği topraklarda bu medeniyetlerle birlikte yükselen eserlerin başka ülkelerde olduğunu duymak, bilmek ne üzücü. Epeyce fotoğraf çektikten sonra tepeye çıktığımız sağlı sollu seyyar hediyelik eşya satıcılarının bulunduğu taşlı yoldan yine aşağı inip Troya antik kentine doğru yola çıktık. Yaklaşık 60 km kuzeye doğru yarım saat süren bir yolculuktan sonra Troya müzesine ulaştık. Buraya toplu taşıma olup olmadığıyla ilgili bilgim yok ama ne yolda ne de müze önündeki otoparkta toplu ulaşım aracı göremedim. Sonunda o tarihin en ilgi çekici noktalarından biri olan, İlyada destanında da anlatılan Truva savaşına ev sahipliği yapmış, doğu ve batı medeniyetlerinin ilk temas noktasına ulaşmıştık. Mitolojide Priamos'un oğlu Paris'in Sparta Kralının kızı ve Menelaos'un karısı Helen'i kaçırmasıyla başlamıştı bu temas. Antik kentin girişindeki küçük meydanda Mimar Kadir İzzet SENEMOĞLU tarafından tasarlanmış içine girilebilen bir Truva Atı mevcut. Meydanın hemen yanında Müzeden hatıra götürmek isteyenler için hediyelik eşya dükkanı bulunuyor. Antik kent içinde ziyaretçiler için tahta yollar yapılarak açık müze haline getirilmiş. Üzerinde yürüdüğümüz topraklar 5000 yıldır bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış. Bir çok yerinin henüz gün yüzüne çıkmadığı görülen antik kentin çevresinde yeşeren tarlaları görünce, 'kim bilir daha önce kimleri doyurdu bu topraklar', diye geçiyor içimden. Kaz dağlarının eteklerine kurulan bu şehir bir çok defa yıkılıp yerine yenisi inşa edilmiş ve insanlar bu topraklarda asla vazgeçmemiş. Kültür Bakanlığının verdiği bilgiye göre burada 9 kent katmanı olduğu tespit edilmiş. 1998 yılında Unesco Dünya Mirası Listesi'ne giren Troya şimdilerde sakin bir vaziyette binyılların verdiği yorgunluğu üzerinden atmaya çalışırken, ziyaretçilerine sessizce Zeus'un kartal kılığına girerek Olympos' a kaçırdığı Ganymede'yi, Paris'i, Üzerinde yetişen Dardanos'un torunu Hektor'u fısıldıyor. Müze içindeki yol boyunca parçalanmış taş kalıntılar ve şehrin zamanla tahrip olmuş surlarının kalıntılarını görüyoruz. Ortaya çıkarılan alanın ortasında kerpiçten yapılmış bir kale duvarı mevcut ve daha önce duvarın bir kısmı yangından dolayı yok olmuş, yok olan yer yeninden restore edilmiş. İlgimi çeken yerlerden biri de Kutsal alan olarak bilinen ve ortasında Mezar odası gibi bir bölüm olan yer. Bu alanda aynı zamanda iki tane kuyu benzeri yapı ve sunak alanı mevcut. Şehirdeki diğer yapılara göre burası daha iyi muhafaza edilmiş gibi geldi bana. Odeon bölgesine geldiğimizde küçük bir amfi tiyatro karşımıza çıkıyor. Burada daha önce, şimdi Çanakkale arkeoloji müzesinde sergilenen Hadrian'ın heykeli varmış. Aynı bölgede şehrin meclis binası da bulunmakta. Tabi burada da çektiğim bolca fotoğrafı arşivime attım. Troya'ya yavaş yavaş veda ediyoruz artık bu yorucu günün sonunda. Güneş de gün batımında yerini almak üzere hareket ediyordu biz Çanakkale şehir merkezine yola çıkarken.  Antik kentin hemen yanında bir de köy buluyor. 'Opet Tevfikiye Köyü' köyün girişindeki duvarda son Truvalılar olduğu yazıyor burada yaşayanların. Köy içindeki evlerin duvarlarına Opet'in sponsorluğunda Mitolojik karakterlerin ve o döneme ait eserlerin resimleri yapılmış. Troya antik kentini görmek için çıktığım yolculukta arkadaşım sayesinde Assos'u da görme fırsatım oldu. Tüm yoruculuğuna rağmen, gördüklerime değecek bir yolculuktu ve tabi dönerken Gökçeada'nın meşhur bademli kurabiyelerinden almayı unutmadım. Dikiz aynamdaki gün batımını izlerken, radyoda haberleri açmış yeniden Bursa istikametine doğru yola çıkıyordum. Böyle zamanlarda 'keşke gitmek zorunda kalmasam' diyorum hep. Sanki kalanlara güneşin batışını bırakmış gibi. Başka bir zaman görüşmek üzere Çanakkale'ye veda ediyorum. 


Kaleye giden yolun başlangıcı

Behramkale



Athena Tapınağı

Athena tapınağının sütunları

Assos'dan Ege'ye bakış



Yazıda bahsettiğim Truva atı



Troya antik kenti kutsal alanı


Troya müzesindeki dükkan

Yeni Kordonda günbatımı





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yağmurlu Birkaç Gün

    Yol İnsanı Terbiye Eder  Geyve-Bolu Arasında Bir Yer      Eylül'ün son günü saat sabahın beşi. Yağmur geceden başlamış, ziyanı yok. Meteorolojiyi umursamadan Bursa'dan koyuluyorum. Rotamı ve konaklamalarımı birkaç gün evvelinden belirlediğimden güzergahı hiç değiştirmeden, İznik üzerinden Bolu istikametine sürüyorum motorlu taşıtlar vergisini. Yağmur gittikçe şiddetini artırıyor. İznik'i geçip Adapazarı yoluna düşüp kara bulutların gölgeleri artık görünür olmaya başladığında yol üzerindeki sağlı sollu serpiştirilmiş köylerin kimi eski kimisi de artık terk edilmiş evleri, ahırları ve depoları yolcuları ürkütmeye çalışan bir siluet haline gelmişti. Böyle binaları izlemek bana sebebini bilmediğim tarifsiz bir keyif veriyor. Pamukova civarına geldiğimde artık kızıl ışıklar gökyüzünü kaplamıştı. Geyve istikametindeki yüksek tepelerin aralarından akıp giden sis bulutları içinde bir yükselip bir kaybolan rüzgar türbinleri yolcuları selamlıyor. Ardından Geyve'y...

Where is Etihiopia?

Bize gelişi buysa demek ki! Birçok kişinin severek içtiği, içmeden duramadığı, duraksamadan içemediği, içemeden.. -her neyse- kahvenin nereden geldiğini bir kaç yıl önce öğrendiğimde, zaten adımımı atmadığım, sağda solda mantar gibi biten meşhur yemen kahvecilerinin yemenliliklerinden bir kez daha şüphe duydum. Ana vatanı Etiyopya olan kahve ile Türkler'in tanışması Osmanlıların Yemen'i almasıyla gerçekleşmiş. Tabi bizden sonra da Avrupalılar tanışmış. Şimdi dünya üzerinde gitmediği yer kalmayan kahvenin tiryakisi olmasam da değişik bir şeyler içmiş olmak için arada içiyorum.  Varsayılan kırk yıllık hatır süresi kahvenin türüne göre değişiklik gösteriyor mudur acaba? Oturup kahve içme imkanımız olsa da aklımıza gelmediğinden kahve içmediğimiz yakın dostlarımızla bu samimiyeti sürdürebilmek için bu ritüeli gerçekleştirmek şart mı? 3 yıl olmuştur her halde bu fotoğrafı çekeli. Dondurmalı kadayıftan sonra Kahve! Kahvenin sıradan bir fotoğrafı. Rengini k...

Yeniden İznik

İznik'e Doğru-2       Temmuz ayının tam ortası. Sıcaktan uyuyamadığım bir gecenin sabahında hafifçe bir uyuklamadan sonra uyanır uyanmaz "Nereye?" diye soruyorum kendime. Epey zaman sonra işten güçten fırsat bulup gidemediğim İznik geliyor aklıma ve 'is Nicaea' diyorum. 2023 yılının Ocak ayında açılan yeni İznik Müzesini ve yine 2023 yılında ziyarete açılan antik Roma Tiyatrosunu görmeyi istiyorum.  İlk gelişimde henüz restorasyonu tamamlanmamış olan tiyatronun açılmadan önceki haliyle karşılaştığımda içine girip ziyaret edememenin hayal kırıklığını böylece üzerimden atacaktım.     Öğle saatlerine doğru çantamı hazırlayıp ikinci İznik yolculuğuma başlıyorum. Yaklaşık 40 dakika sonra İznik'e vardığımda Yenişehir kapıdan içeri girince hemen sağda şehrin girişine kurulmuş müze, surların ardından yükseliveriyor gözünüzün önünde. Otopark sorunu yok gibi. En azından şimdilik. Girişler Müze Kart ile yapılmakta. Müzede Neolitik dönemden Osmanlı dönemine kadar İzni...