Vaşak'ın İzleri

Bölüm 3 - Adalet 



"Vaşak şamanın gelmesini beklerken, nasıl ortadan kaybolduğunu düşünerek, olduğu yerde yavaş yavaş uykuya daldı.


    Garsadral sanki yağmurdan hiç etkilenmiyormuş gibi Vaşak'ın geldiği yöne, dağa doğru hızla ilerliyordu. Ruhu bir boşlukta süzülüyor gibiydi. Zihni tamamen boşalmış, içinde kendisini yönlendiren ve hızlandıran bir şeyin varlığını hissediyordu. Gece boyunca yağmurun altında köpeğiyle birlikte böyle ilerledi. Gün ağarmaya başladığında zirveye ancak ulaşabilmişlerdi. Şaman durup yorgunluktan kaskatı kesilmiş sırtının ağrısını hafifletmek için sağa sola esneyip Büyük Şamanın mağarasına doğru yürümeye devam etti.

    Vaşak önceki rüyasındakine benzer bir şehrin tepesinde, onu ilah gibi gören, düşüncelerini okuyabildiği insanların üzerinde yükselirken şehrin diğer ucundan bir kum fırtınasının üzerine geldiğini gördü. Hızlıca etrafını saran kumların yüzüne çarpmasına daha fazla dayanamayıp düşmeye başlamıştı. Düşerken kum fırtınası geçecek ve her şey düzelecek diye düşünüyordu. Kumların kırmızıya döndüğünü, şehri yutmaya başladığını gördü. Yere yaklaştığında bahar mevsimini yaşayan o şehirden eser kalmamış, cehennemin üzerine kurulmuş gibi harabeye dönmüştü.  Her şey gözünün önünde hızlıca yok oluyor, kasvete bürünüyor, cansız ve ruhsuz bir hal alıyordu. Yere yaklaştıkça durmak, öylece kalmak bu kabusa bir son vermek istemişti ama durmadan düşüyor ve gökyüzü parlaklığını yitirip kararıyordu.

    Aniden uyuduğu yerden sıçrayarak uyandı. Ter içinde kalmış halde derin derin soluklandı. Boğazı kurumuştu. Çadırın içine göz gezdirdiğinde şamanın geri dönmediğini gördü. Ateş yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Hemen matarasına sarılıp kana kana su içti. Kafasını uzatıp dışarıya baktığında sabah olmak üzereydi. Çadırın önüne çıkıp aynı mataradan döktüğü suyla yüzünü yıkadı. Kabusun etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Etraftan yükselmeye başlayan otların arasından gelen cırcır böceklerinin sesini dinledi. Kendisinin yalnız olmadığını bilmek içini rahatlatmıştı.

    Sabahın serinliğinde etraftan gelen bu sesleri dinlerken, kulağına, cırcır seslerine karışan daha ince bir ses geldi. Bir müddet dinledikten sonra dün şamanın söylediği çoban olduğunu anladı. Sesler koyunların çanlarından geliyordu. Birazdan hemen ilerideki ağaçlığın kenarından gelen sürü seçilmeye başlanmıştı. Şamanın ne zaman geçeceğini bile bildiği bu çobanla kendisini tanıştırmadan ortadan kaybolmasına biraz sitem etmişti içinden. Buraya nasıl geldiyse öyle tanışmaya, direkt konuya girmeye karar verdi. Heybesini hazırlamış çobanın yanına yaklaşmasını beklerken belki son anda gelir diye gözü arada bir etrafa bakıp şamanı arıyordu. Sürünün başındaki adam uzun boylu, küçük yüzlü, ince ve kemerli burnu, kıvırcık ve toza bulandığından rengi seçilmeyen saçlara, uzun kollara ve tekinsiz bakışlara sahipti. Sürünün önünde hızlı adımlarla yürüyüp ona yön veriyordu. Vaşak, içi hiç ısınmasa da bu herifle konuşacaktı. "İyi yolculuklar", dedi umursamaz görünen çobana. Çoban bir an Vaşak'a dönüp bir kaç saniye onu süzdükten sonra sıradan bir hödük gibi  "Ne var?" diye sordu. Vaşak bu cevabı hiç beklemiyordu. Bir an duraksayıp, "Garsadral sizin gecekıran kasabasına gittiğinizi, size katılabileceğimi söylemişti," dedi. Çoban yüzünü ekşiterek, "Ah şu şaman! Ne zaman buradan geçsem peşime birini takıyor. Peki gel," dedi. O an Vaşak bu çobana muhtaç olup olmadığını düşündü. Kendisi de yürüyerek gidebilirdi halbuki. Şamanın sözünden çıkmamak için sessizce  son bir kez çadıra doğru bakıp çobanın yanına doğru gitti. Vaşak ona yaklaşırken çobanın kendisini iyice süzdüğünü açık bir şekilde görebiliyordu.

    Bir süre beraber yürüdüler. Çoban hiç konuşmuyor,  sürüsünün düzeniyle ilgileniyor, Vaşak yokmuş gibi arada bir belli belirsiz homurtular çıkarıyordu. Vaşak bu homurtuların sebebinin kendisi olduğunu varsayıp yolculuğun başındaki rahatsızlığı artıyordu. Hafifçe eğimli bir yerde duran kasabaya yaklaştıklarında iyiden iyiye yorulmuşlardı. Kasabanın önünde duran üç atlı gördüler. Bunlar Gümüşlerdendi. Ellerindeki ince, tiz sesli boruyu öttürünce, ses havada çınlayarak dağıldı. Çoban sürüyü durdurup beklemeye başladı. Atlılardan biri ileri atılıp yanlarına kadar geldi. Elinde kısa bir kılıca benzer bıçak vardı. Çoban atlının bir şey söylemesini beklemeden "Kasabaya gidiyoruz, Yamaçköyden mühürlü belgemiz var," diyerek çantasındaki kağıt parçasını çıkarıp adam gösterdi. Bu çobanın ticaret yapabilmesi için gerekli izin belgesiydi. Atlı kağıda bakıp çobana geri uzattıktan sonra, "Yine de bedavaya geçmek olmaz tabi," dedi. Çoban durumu anlayarak sinirlenmiş, "Nasıl yani? Zaten pazar alanında ücret veriyoruz. Şimdi de vergi işine mi girdiniz?" dedi.  Atlı bu ret cevabını duyunca sinirlenerek atından atladı. Çoban üzerindeki baskı gücünün yok olmasından tedirgin bir şekilde yanına yaklaşıp, uzunca bıçağını çobana doğru uzatarak "Biz istediğimizde vereceksin, yoksa süründen birkaç koyun mu alayım?" diyerek tehdit etti. Huysuz çoban eliyle bıçağı itip "Kimseye bir şey vermiyorum, alabilirsen al bakalım," diye meydan okudu atlıya. Atlı çobandan beklemediği bu hareket karşısında şaşırmış ve kızgınlığı artmıştı. Dişlerini sıkıp gözlerini büyüterek elindeki uzun bıçağı çobana doğru savurdu. İçinden çobanı öldürmek geçmemişti. Zaten çoban bir hamleyle bundan kurtulmuştu. Beline bağladığı küçük bıçağını çekerek atlının üzerine atıldı ve adamı yüzünden ve boğazından yaraladı. Bütün olanlar Vaşak'ın birkaç adım ötesinde oluyordu. Vaşak ise donmuş vaziyette olanları izliyor, sanki yere çivilenmiş gibi ne yapacağını bilmez halde bekliyordu. Atlılardan biri geri dönüp hızla kasabaya doğru gitmişti. Diğeri ise kılıcını çekip çobana saldırdı. Uzun boylu çoban atın üzerindeki adamı kolayca düşürüverdi. Adam toplanıp çobana tekrar  saldırdı ve çobanın kolunu boydan boya yardı. Çoban yaranın da verdiği acıyla nara atarak adamın üzerine atılıp bıçakla karnını deşti. Sonra olan biteni, yüzü bembeyaz  olmuş halde izleyen Vaşak'a dönüp "Sen uzaklaş geri dönen atlı bu kadar uzaktan seni tanımaz," diyerek eliyle ona uzaklaşmasını işaret etti. Vaşak adımlarını geri doğru hızlıca atarak aklı durmuş vaziyette oradan uzaklaşmaya başladı. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Tek düşündüğü şey bir an önce uzaklaşmaktı. Bu olaydan bir şekilde kendi kurtarması gerektiğini, hiç kimseye görünmeden, olanlardan bihabermiş gibi gecekıran kasabasına girmeyi planlamıştı. Sonra yine aklı dondu. Büyük şaman Vaşak'ı gözlüyordu. Yürürken nereye, ne için yürüdüğünü unutup boşlukta süzülmeye başladı. Kendine geldiğinde dışında çamurdan yapılma evlerin, içine doğru ilerledikçe taş ve düzgün kesilmiş odunlardan yapılmış,  nizami olarak yan yana duran evlerin olduğu, sokaklarına taş döşenmiş,  köşe başlarında geceyi aydınlatan o lambaların asılı olduğu kasabanın kuzey girişinde, içeriye doğru uzanan yolun başındaydı. daha önce hiç gelmediği bu büyük kasabaya sanki suç işlemiş gibi yüzünü gizleyerek girip, içlerine doğru yürümeye başladı. Büyük olmasına rağmen tahmin ettiğinden daha az hareket vardı kasabanın üzerinde bulunduğu yamacın eğriliğini alan meydanda. Meydandan kasabanın doğusuna doğru ince bir sokak uzanıyor ve insanlar bu sokağa doğru gidip bu sokaktan geliyordu. Vaşak da o tarafa yürüdü. Kalabalığın, biraz önce yaşanan olayların üzerini örteceğini düşünmüştü bir anlığına. Dar sokağı hızlıca geçip sokağın sonunda sadece sağa doğru açılan genişçe bir alana çıktı. Burası epey kalabalık bir pazar yeriydi. Pazarcılar tezgahlarını evlerin sokağa uzanan çıkıntılarının altında onları tutan sütunların arasına kurmuş, müşterilerine mallarını gösteriyorlardı. Vaşak kalabalığın arasında korku ve şaşkınlık içinde etrafa baka baka ilerlerken midesinin bulandığını ve terlediğini fark etti. Kapısının önünde uzunca tahta oturak olan bir kumaş dükkanından içeri doğru baktı. İçerisi epey kalabalık görünüyordu. Oturağın dükkan kapısından uzak tarafına ilişip heybesini yere, ayaklarının dibine koydu. Hava açıktı ve evlerin duvarları yalayıp sokağa düşen altın sarısı güneşi sanki yeni görmüş gibi kafasını kaldırıp baktı. Gözlerini kısıp kafasını dükkanın duvarına yaslarken zamanı geri almayı istemişti. Belki o zaman çobanı uyarabilirdi. Gerçi ketum herif onu dinler miydi? Onunla hiç yola çıkmamış olmayı diledi bu kez içinden. O zaman şamanın dediğini yapmamış olurdu. Kolyeyi eline alıp yardım dilenircesine baktı. Sonra gözlerini kapatıp öylece bekledi. Gözlerini açtığında başka bir yerde başka bir zamanda olmayı o kadar çok isterdi ki!

Gözleri kapalı olmasına rağmen, yüzünü kaplayan gölgeyi hissetmişti. Açtığında dükkan sahibi olduğunu düşündüğü, güleç yüzlü, buğday renginde teni olan, ince ağızlı, kibar bir görüntüsü olan, orta yaşlarda, kahverengiye renkli kumaştan kıyafetiyle sıradan birinin önünde dikilip kendisine baktığını gördü. Yakalanmış gibi panikleyip, yüzü kızarmıştı. Oturduğu tahta oturağın kenarını farkında olmadan sıkmaya başlamıştı. Kendisini savunur gibi "Bağışlayın izinsiz oturdum. Yorulmuştum," dedi. Karşısındaki adam dalga geçer gibi bir kahkaha atıp, "Benim malım değil ki, bana ne?" deyip yanına oturdu. Vaşak yaşadığı strese dayanamayıp, "Madem senin değil, hesap sorar gibi başımda neden dikiliyorsun?" diye sordu. Adam bu soruyu "Adım Bartharn, hesaba çekilirken ne yapacaksın görmek istemiştim!" diye cevapladı sinsice gülerek. Vaşak'ın korkudan içi titredi, o an bütün sinirleri serbest kalmış gözleri bir noktaya kilitlenip kalmıştı. Adam elini Vaşak'ın omuzuna koyup sakin ol bizden başka kimse görmedi, deyince Vaşak adamın kendisinden para koparmaya çalıştığını düşündü, sonra adamın" bizden başka kimse görmedi" dediği aklında ışık gibi çaktı. İçinden "biz" dediği kimler acaba? Diye düşündü. Adam "Aslında geri dönüp giden seni gördü ama uzaktan seni tanıyamaz, Gümüşler bu aralar zayıflığın kokusunu alıyorlar" diye devam etti. Vaşak omuzundaki ele sonra adama bakıp "siz mi?" diye sordu. Sanki adamın kendisini hesaba çekiyormuş gibi "Ben o an donup kaldım, aralarına girip ayırmak istedim ama..." diyerek sözlerine devam ederken adam sözünü keserek "Biliyorum," dedikten sonra ayağa kalkıp, Ben Yomkartha'nın kuzeniyim bana güvenebilirsin," deyince Vaşak karşısındakinin şaman olduğunu görüp, gerginlikten sıktığı tahtayı bıraktı. Elinin uyuştuğunu hissetti. Gözleri parlamaya başlayıp, heyecandan ne yapacağını bilmez halde yüzünde oluşan gülümsemeyle adamın yüzüne bakıp duruyordu. Gözlerini şaman Bartharn'dan ayırmadan yerden heybesini yoklayıp eline aldı. O sırada kalabalık meydana doğru üzerlerinde yükselen dedikodu bulutuyla birlikte koşmaya başladı. Şaman başıyla Vaşak'a gelmesini işaret ederek meydana doğru yürüdü. Vaşak heybesini omuzuna atıp sanki oturduğu yerde bir şeyleri gizlemiş de başkasının görüp görmediğini merak eder gibi etrafa bakınıp acele adımlarla şamanın peşine düştü.

Meydana geldiklerinde bir çok koyun  olduğunu görülüyordu. Koyunların başında Gümüşlerden biri duruyor ve sürüyü yarı fiyatına satıyorlardı. Etrafta çobanı görememişti. Vaşak kalabalığı yara yara şamanın arkasından yürüyordu. Meydandan çıkıp ara sokakta bir yerde durdular. Şaman bir evin kapısına parmağıyla anlaşılmaz bir şeyler yazınca kapı gıcırdayarak ardına kadar açıldı. Girişte bir kaç basamak aşağı doğru inerek eve girdiler. Vaşak içeri girince hiç bir şeyi göremez oldu. Gözünün karanlığa alışmasına kalmadan şaman bir ateş yakıp lambayı tutuşturdu. Evin içinde bir yatak bir kaç minder, odanın sokağa bakan tarafında bir ocak, ortada kısa bir masa, üzerinde delikli bir çubuk ve tütsü benzeri şeyler ve son olarak, girdikleri kapının tam karşısında başka bir odanın kapısı vardı. Kendi evinden farkı, tavanın üzerinde başka insanlara ait odaların olmasıydı. Bu onu biraz rahatsız hissettirmişti. Bartharn "Geç otur, dinlen biraz. Kafanı topla yine konuşuruz," dedi. Vaşak uzun zamandır bu teklifi bekliyormuş gibi şamana teşekkür bile etmeden heybesini indirdiği yerin yanındaki mindere kuruldu. Şaman, şimdi gelirim diyerek diğer odaya geçti. Vaşak kafasını uzatıp şamana baktıktan sonra heybesinden gizli bir iş çeviriyormuş gibi bir parça çörek çıkardı. Şaman gelmeden hepsini bitirmek için hızlıca yemeye çalışıyordu. Diğer odadan tıkırtılar ve su sesi gelmeye başladı. Sırtını dik tutmakta zorlanıyordu. Yorgunluktan kendini olduğu yere bıraktı. Loş ışıkta yere doğru sarkan kolyesini eline alıp avucunun içinde sıktı. Yardım dileğinin yerine gelmesiyle bu taş arasında bir bağlantı kurmak, buna inanmak istiyordu. Şamanla o dükkanın önünde karşılaşması kesinlikle tesadüf değildi. Boğazına dizilen lokmaları yutmak için biraz doğrulup matarasından su içti. Şaman yan odadan gelirken "Banyoyu hazırladım, kullanmak istersen işte burada," dedi. Vaşak iyice doğrulup "Teşekkür ederim, isminiz neydi?" diye sordu. Şaman Vaşak'ın karşısındaki minderlerden birine otururken , Bartharn ama Şaman ve ya Kulakçalan da derler, diye yanıtladı. Vaşak: kulakçalan mı? Neden?
Şaman dizlerinin üzerine basıp masadaki delikli çubuğu eline alıp, işte bu yüzden, flüt. Bunu çalınca insanlar sadece  buraya, sesin çıktığı yere dikkat kesilirler. Bunun çıkardığı sesi dinlerler. Ben de o kadar insan başıma topladıktan sonra, onlara söyleyeceklerimi söyler, anlatacaklarımı anlatırım. Hatta bazen duymak istediğimden daha fazlasını da işitirim, dedi. Vaşak bu aletin büyülü bir şey olduğunu düşündü. Daha önce buna benzer bir şey dinlememişti. "Bu şamanların numaralarından biri mi?" diye sordu merakla. Şaman da "Aslında büyü gibi bir şey ama şamanların değil sanatın büyüsü," dedi gülerek. Sonra çalgıyı kumaş giysisinin dışındaki uzun ve büyük cebe yerleştirdi. Ardından ayağa kalkıp "Biraz dışarıda olacağım sen dinlen," diyerek kapıyı sadece kendi geçebileceği kadar açıp çıktı.

Vaşak kürkünü çıkarıp kenara bıraktı. Banyoya gidip rahatlamak istiyordu. Banyoya girince içeride içi su dolu büyükçe bir küvet buldu. İçine girip başını arkasına yaslayıp gözlerini kapattı. Epeydir yolda olmanın yorgunluğu akıp gidiyor gibiydi. Aklına aniden gelen bir şey yüzünden, gözleri endişeyle açılıverdi. Çobana ne olmuştu? Yakalandı mı yoksa öldürüldü mü? Her ne kadar bunları düşünmek istemese de, aklına takılan her şey gibi bu da bir şekilde aklının bir köşesinde sinsice bekleyip belleğinin en boş olduğu anları takip ediyor ve birden ortaya çıkıyordu. Kafasını bu düşüncelerden arındırmaya çalışırken zaman akıp geçmişti. Banyodan sonra az önce uzandığı yere yatıp yorgunluktan düşüncelerinin arasından sıyrılıp uyuya kaldı. 

     Uzun zamandır uyuduğunun farkına vardığına anca ertesi gün güneş tepedeyken, kapanan kapı sesiyle vardı. Şaman onu uyandırmadan çıkmıştı belli ki. İyice dinlenmiş hissediyor, dışarıda dolanıp daha önce görmediği bu kasabayı keşfetmek için kendinde kuvvet buluyordu. Yerinden doğrulup heybesindekilerden atıştırdı. Dışarı çıkıp dolanmaya, etrafa bakınmaya başladı. Kasabaya girdiği kuzey kapısının aksine, evlerin tepeye doğru yükseldiği güneye doğru yürümeye başladı. Sokak aralarında kurulmuş masalarda oturan insanlar sürekli birbirlerine bir şeyler anlatıyor, arada bir Vaşak'ı fark edenler samimiyetsiz bakışlarla onu süzmeye başlıyorlardı. Vaşak epey yürüdükten sonra şehrin bu yüksek yerinde terk edilmiş, eski medeniyetlerden kalmış evler ve yıkılmış duvarlar ve bu harabelerin arasında boş boş gezen köpeklerden başka bir şey görmedi. Vakit hızlıca akmış, güneş sakince batmaya doğru gidiyordu. Yeniden kasabanın meydanındaki taş döşenmiş yollara dönüp parıldayan sonbahar güneşinin batmadan önce sokaktaki yolları ve evlerin pencerelerini, duvarlarını nasıl bir fener gibi aydınlattığını izlemek istiyordu. Serinleyen havanın kendisine verdiği dinginliği içine doldurarak meydanı çevreleyen sokakların olduğu yere doğru yürüdü. Pazar alanından geçerken aklına bir şeyler alıp satarak, para kazanmak geldi ancak henüz erken gibiydi. Yine de malların fiyatlarını sormaktan zarar gelmezdi. Kumaşların, kurutulmuş balık ve etlerin, bakliyatların, cam ve taşlardan yapılmış süslerin fiyatlarını sora sora pazarın sonuna kadar geldi. Uzaktan izleyip hangilerinin daha fazla satıldığını kestirmeye çalışıyordu. Meydana dönen sokağın duvarına yaslanmış pazarı izlerken, pazarın arka tarafından kulağına daha önce duymadığı şeyler çalınmaya başladı. Bir insanın ya da hayvanın sesine benzemeyen, sürekli farklı bir renge bürünen bu ses onu kendisine yaklaştırıyor, bütün ilgisini kendisine çekiyordu. Sesin geldiği sokağa yönelip etrafta sesin nereden geldiğini aradı bir süre. Biraz ilerde sesin etrafında toplanmış bir grup insan olduğunu gördü. Hızlıca yürüyüp yanlarına vardığından ayak uçlarında yükselerek kafasını sağa sola oynatıp bir boşluktan sesin neyden geldiğini görmeye çalıştı. Göremeyince daha seyrek tarafa geçmek için grubun arkasından dolaşarak duvarın kenarında duran bir taşın üzerine çıktığında Bartharn'ı evde gösterdiği flütü çalarken gördü. Bu muhteşem sesin ruhunu yumuşattığını ve onun zihninde bir çok anıyı canlandırdığını  hissetti. Müzik sona erdiğinde güneş batmak üzere, dağların arkasına sarkıyordu. kalabalığın arasından geçen biri elini havada sallayıp "Meydana birini getiriyorlar, koşun!" diye bağırdı. Sesle birlikte sona eren müziğin büyüsünden kurtulan grup birden meydana yöneldi, aralarından biri koşarken Vaşak'a çarpınca, onu duvara sürterek taşın üzerinden indirdi. Kalabalık dağılınca şamanla göz göze geldiler. Bartharn toplanıp ayağa kalkarken, "Sen de mi buradaydın? Fark etmemiştim," dedi. Vaşak, "Evet pazarda gezerken sesi duyup geldim, büyülü gibiydi," dedi daha önce hiç duymadığı müzik için. Şaman "Sonra yine dinlersin işimdi gel bakalım meydandaki kimmiş?" diyerek Vaşak'ın koluna girip onu meydana sürüklemeye başladı. Kalabalık insan duvarının önüne geldiklerinde hemen yanlarındaki yüksekçe duran evin kapısına çıkan merdivenleri tırmanıp, birbirine karışan insan seslerinden kimi getirdiklerini anlamaya çalışıyorlardı.  Kasabanın kuzey girişinden giren Gümüşlerden biri elindeki kılıcı kaldırarak meydanın ortasına kadar gelip ne dediği anlaşılmaz bir şekilde nara attı. Hemen arkasından üzerinde kafes bulunan bir at arabası aynı yere gelerek durdu. Meydanın Batı tarafında, düzgün yapılı çatılara ve duvarlara sahip olan evlerin tarafından ellerinde asa olan kahverengiye çalan cübbeleriyle ve başlarındaki kapüşonlarla, insanların kendilerine yol açtığı üç kişi ağır adımlarla meydana ilerliyordu. Bunlar kasabanın yargıçlarıydı. At arabasındaki kafes açtıklarında içinden indirdikleri adamın kim olduğunu görünce Vaşak gözlerinin karardığını, bacaklarının titrediğini ve avuçlarını ter bastığını hissetti. İnen adam çobandı. Kolunun yaralanan tarafını sarmışlardı. O halde daha fazla dayanamayıp gümüşler tarafından yakalanmıştı. Bu haliyle ellerini bağlamaya gerek görmemişlerdi. Bir ayağı aksayarak meydanda etrafına bakıp kurtuluş için bir umut aramaya başladı. Vaşak kendisini görmesin diye olan biteni şamanın omzunun arkasından izlemeye çalışıyordu. Şaman gözünün ucuyla Vaşak'ı fark edip hafifçe kenara çekilince artık batan güneşin gökyüzündeki bulutlardan yansıttığı loş ışıkta çobanın gözüne yeşil bir parıltı ilişti. Kolyenin sahibini hemen tanıdı ve meydana gelen yargıçlara dönerek sağlam olan kolunu Vaşak'a uzatıp "İşte şahidim o! Orada, yeşil kolyeli olan! O her şeyi biliyor!" diye bağırdı, dumanların arasından nefes alacak bir boşluk bulmuşçasına. Vaşak panikle kendisinden başka birini gösterdiğini umut ederek- ki bu beyhudeydi- kızaran bir suratla etrafına bakındı. Herkesin bakışları ona yönelmişti. Gözlerinin önüne karanlık çökmüş vaziyette hareketsizce beklemeye başlamıştı ki, Şaman onu kolundan tutup "Gördüklerini gizleme, gizleneni göster ki adalet hayat bulsun. Yok saymaya çalışıp, hafızandan silmeye çalıştığın şey bazen gerçeği ve hiç haz etmesen de birinin hayatını kurtarır. Bu tıpkı bulanık ve sığ suyun içinden görünmeyen ama orada olduğunu bildiğin bir şeyi eliniz uzatıp hiç zahmet çekmeden kurtarmaya benzer," dedi Vaşak'ı cesaretlendirmek için.  Yargıçlardan en sağda duranı cübbesinin altından elini kaldırarak Vaşak'ı işaret etti. Bir kaç saniye sonra arkasından bir el onu hafifçe geriye doğru çekince ilk anda onu arkasına geçen şaman sanmış hiç direnç göstermeden dönüp yürümeye başlayınca kendisini çeken elin gümüşlerden birine ait olduğunu  gördü. Hızlıca kafasını çevirip bir kaç basamak yukarıda kalan şamanla göz göze gelince Garsadral'ın bu çobana katılmasını istemesinin sebebinin kendisini, çobana yardım etmesi için göndermiş olabileceğini düşündü. Eğer öyleyse böyle bir maceranın içine dahil edilebilecek kadar güven kazanabilmenin gurur verici ancak sancılı olduğunu düşünerek meydana doğru ilerledi. Yargıçların önünde duran açık alana geldiğinde yine yargıçların geldiği yoldan kalın ve düzensiz bir boru sesi işitildi. Herkes kafasını o tarafa çevirip bakmaya başladı. At arabası üzerinde, fakat bu kez bir kaideye kurulmuş bir oturak üzerinde sade kumaş giyimli, saçlarının ortası dökülmüş, ince bir pelerinle elinde, ucunda parlak bir küre olan sopasıyla biri geliyordu. Vaşak 'mühim biri olsa gerek' dedi içinden. Adam eliyle yargıçlara devam etmesini söyleyerek arkalarında arabasını durdurdu. Ortadaki yargıç eliyle Vaşak'ı gösterip yanındakine bir şeyler mırıldandı. O da hemen Vaşak'a doğru "Şahit buraya gelsin," diye seslendi. Vaşak etrafa medet umar gibi bakarak yargıçların önüne geldi.  Biraz önce yanındakine bir şeyler fısıldayan yargıç kısık sesiyle"Olayı bize anlat bakalım," dedi. Vaşak olayı yaşadığı anın heyecanıyla anlatırken çoban onları duymayacak kadar uzakta bekletiyorlardı. Yargıçlar Vaşak'ı dinledikten sonra kendi aralarında konuşup bu kez çobanı çağırıp onu dinlediler. Vaşak kenarda beklerken sanki üzerinden bir kaya kalkmış gibi, doğruluğun verdiği hafifliği üzerine bürünmüş, içten içe rahatlamanın etkisiyle kendisini gülümsüyormuş gibi hissediyordu. Bir müddet geçtikten sonra yargıçlar bir kağıt hazırlayıp, biraz önce gelip arkalarında duran adama uzattılar. Adam ayağa kalkınca derin bir sessizlik oldu meydanda. Elindeki kağıda baktıktan sonra meydandaki insanlara göz gezdirip "Ben Gecekıran'ın ışığı Minancael, hükmüm odur ki, Bu çoban kendisini savunmak adına bu fenalığa bulaşmıştır. İşte gördüğünüz bu şahitten başka tanığı olmayan olayın hükmü budur; Çobanı salın," diye bağırdı. Kalabalıktan coşkun bir ses yükselerek akşamı yarıyordu. İnsanlar kendilerini yönetenleri övüyorlar, verdiği kararın adil ve hakkaniyetli olduğunu haykırıyorlardı. Çoban hemen Vaşak'ın yanına koşup bir elini ona uzatarak ona şükranlarını sundu. Vaşak ise o somurtkan, kimseye minnet ve şükran borcu olmayan çobanın bu halini görünce şaşırmıştı. Kalabalığın coşkun tezahüratları ve Vaşak'ın huzurlu şaşkınlığının arasında Minancael, yanında bulunan ve rütbe sahibi olduğu belli olan bir komutana elindeki kağıdı gösterip sonra çobanı işaret etti. Vaşak bunu görüp Çobana söylemiş, Çoban da hafif endişeli adımlarla kasabanın liderinin yanına doğru ilerledi. O sırada gümüşlerden biri onu durdurup beklemesini söyledi. Hemen ardından ekinde ufak bir sandık bulunan biri yanına gelip sandığı çoban uzattı. Sesi duyulacak kadar bir mesafede duran yargıçlardan biri "Sürüne karşılık olarak bu para senin," dedi. Çoban başından geçen bunca olayın, o kafesin içindeyken, kendisi için böyle iyi bir şekilde sonlanacağını hiç tahmin edememişti.

     Hava karardığında Vaşak ve Şaman hayatın devam ettiği sokaklarda sağlarından sollarından geçenlere çarpa çarpa ilerlerken kendisini geren, telaşa düşürüp korkmasına neden olan bu kaosun içinden bu şekilde çıkacağını hayal etmemiş, aklından sadece 'kaçmak' fikri geçmişti. Ancak şimdi sonbahar akşamının serinliğini kimseden çekinmeden derin derin soluyordu. Şaman, Vaşak'ı bir köşe başında kolundan tutup "Benimle karşılaşmasaydın ne yapacaktın? Gördüklerini anlatacak mıydın?" diye sordu. Vaşak'ın yüzündeki huzur dolu ifade yerini mahcubiyete bırakarak "Bilmem her halde aklıma gelmezdi, Önce kalacak bir yer bulur sonra da biraz, beni idare edecek kadar para kazanmaya çalışmayı düşünmüştüm. İşler böyle sarpa sarınca telaşa kapıldım, belki de sen benden konuşmamı istemesen hala vicdanımdaki o rahatsızlık ve içimdeki korkuyla bir köşede saklanmaya, insanlardan uzak durmaya çalışırdım," diye cevapladı şamanın sorusunu. Şaman çenesini eliyle tutup biraz hayal kırıklığı içinde, keşke bunu kimse söyleme gereği duymasaydı, dedi. Vaşak bu sözün anlamını biliyordu. Mahcubiyeti bir kat daha artarak "Haklısın, İnsan konu kendisi olduğunda adaleti pek umursamadan işin içinden sıyrılmak için çabalamaya başlıyor. Kendi kendine mazeretler üretip yaptığı her şeyi vicdanındaki doğruluk kaidesinin üzerine oturtmaya çalışıyor. Hayatımda böyle bir olayın tecrübesini yaşamadım hiç belki de o yüzden bu yolu tercih ettim," diye kendi kendine konuşur gibi cevap verdi yere bakarak.

     Şaman, Vaşak'ın sırtına hafifçe vurarak "Merak etme en azından sonunda doğru olanı yapmanın hafifliğini yaşıyorsun işte," diyerek birlikte evin yolunu tuttular. Vaşak'ın kafasında yolcuğun nasıl devam edeceğiyle ilgili sorular dolaşıyordu. Eve vardıklarında şamana bu konuyu açtı. Şamanın Vaşak'ı tatmin edecek bir fikri yoktu ama avcılığı kullanarak bu işin üstesinden gelinebileceğini söyledi. Bu fikir Vaşak'a kurtla burun buruna geldiği o anı hatırlattı. Avlanmaya çıkmayı istemezdi. Belki şaman çaldığı aleti Vaşak'a öğretebilirdi. Böylece parasız kaldığında bununla para toplayıp yoluna devam edebilirdi. Şaman bunun biraz zaman alacağını, acelesi yoksa burada, yanında kalıp çaba sarf etmesi gerektiğini söyledi. İlk duyduğu andan itibaren büyüsüne kapıldığı bu sesleri istediği zaman kendisinin de çıkarabilecek olması onu heyecanlandırmıştı. Etrafta kimse olmasa bile çıktığı yolda tahrip olan bedenini, arzularını, düşüncelerini ve ruhunu bununla tedavi edecek yeni yollar ve maceralar için içindeki umudu ve hayalleri bu sanat ile canlandıracaktı. 

     Bartharn'ın öğretisi iki haftaya yakın sürmüş, Vaşak bu süre içinde gece-gündüz demeden çalışmış, bütün dikkatini buna vermişti. Duyduğu sesler onun düşüncelerinde yeni yeni hayaller yaratıyor, hiç yaşamadığı anıları gözünün önüne getirip, daha önce görmediği insanlarla onu konuşturuyor, bilmediği yollardan, bahçelerden, kasabalardan ve şehirlerden donuk birer hayal silsilesi çağrıştırıyordu. Kendisi de artık sesleri tanıyor ve ruhunu boşluğa bıraktığında onun hangi ses için soluğunu harcadığını kendisi bile kestiremiyordu.

     Vaşak'ın evde çalıştığı sırada Bartharn elinde para kesesiyle odaya girerek "Kuzenim Yomkartha göndermiş. Senin için," dedi. Vaşak buna bir anlam veremedi ama yolculuk için en azından bir miktarına muhtaçtı. Şaman devam ederek "Seninle yolculuk hakkında konuşmuş ama bu yolun masrafları yeni aklına gelmiş anlaşılan, "diye ekledi gülerek. Vaşak korkuyla birlikte şaşkınlık yaşıyordu. Sanki biri onu dinlemekten ziyade zihnini okuyordu. Yüzündeki şaşkınlık ifadesiyle parayı alırken ona nasıl teşekkür edeceğini sordu Bartharn'a. O da "Muhtemelen yolculuğunu sürdürerek," dedi ince bir gülümsemeyle. Sonra, "Ha! unutmadan bu da senin," diyerek cebinden Vaşak için yaptığı flütü çıkarıp uzattı. Bu Vaşak için paradan daha değerliydi.

     Kızılca bir akşam, gün batarken kasabanın doğu kapısında şamanla vedalaştılar. Vaşak böyle zamanlarda yolda olmayı çok seviyordu. gece bile hayatın gündüz olduğu gibi akıp gittiği bu kasabayı sevmişti. Belki de geride yaşadığı kötü bir anı bırakmadığı için böyle düşünmüştü. Şaman avucunun içiyle Vaşak'ın göğsünün ortasında duran kolyeye dokunup, "İste ve yap! Bu yolda seni var edecek olan budur," diyerek onu uğurladı. Vaşak bir elini kaldırıp "Hoşça kal!" diyerek arkasını dönüp batan güneşin boyadığı bulutların altında yürümeye başladı. Biraz ilerleyince ruhunu enerjiyle doldurup ateşleyen bir müzik duymaya başladı. Gülümseyerek arkasını döndüğünde kimse yoktu ama şamanı bıraktığı yerden ses gelmeye devam ediyordu. Hiç kafa yormadan sadece müziğin keyfini çıkararak dönüp yürümeye devam etti Çok uzaklaşmadan gün battı. Müzik gökyüzünde kaybolmuştu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yeniden İznik

Yağmurlu Birkaç Gün

Scrikss 419 Üzerine