Vaşak'ın İzleri
Bölüm 2- Öğütler
Vaşak yurdunu terk etmenin yükünü omuzlarına alıp akşama kadar ormanda durmadan yürüdü. Yürürken kendini savuran rüzgarın, kendi istekleri mi, köyündeki imkansızlıklar mı yoksa şamanın, içinde var olan merakı alevlendirmesi miydi? Hiç birinin tek başına kendisini böyle bir yolculuğa çıkaramayacağına kanaat getirdi. Kendi köyünün yaslandığı dağın orman tarafındaki yamaca ulaştı. Ormanın yumuşak toprağına basmaktan sıkılıp, gayretini toplayarak tırmanmaya başladı. Akşam çökerken uzaktan kendi köyünün zayıfça, yanmaya gayret eden ışıkları görünüyordu. Çantasındaki matarasından su içip elinin tersiyle ağzını sildi. Biraz çörek çıkardı yine heybesinden. Büyükçe bir kayanın üzerine oturup köyünü izlemeye koyuldu. Köyün üzerinden sanki sessizlik, umutsuzluk yükseliyormuş gibiydi. Bu manzarayı izlerken içi sıkılmış, daha fazla izlemek istememişti. Heybesini omuzuna atıp tırmanmaya devam etti. Hava giderek soğumaya başlıyor, sertleşen rüzgar yüzünü sanki bıçak gibi kesmeye çalışıyordu. Kürkünün başlığını kafasına geçirdi. Bu kürk onu en sert kışların soğuklarından bile hep korumuştu. Gözlerinin önünü, ayın bulutların arasından sızan ışığında yarım yamalak görebiliyordu. Yolun olmadığı bir yerden çıkıyordu dağın zirvesine , bu yüzden çok fazla yorulmuştu. Uzunca bir yürüyüş sonunda, gecenin en koyu olduğu zamanlarda ulaşmıştı zirveye. Çıktığı yer dağın Güneyle doğu arasında bir yerlere bakan burnuydu. Gece daha önce burada hiç kalmamıştı. Dağın ardındaki düzlüğün çok uzağında kalabalık bir ışık topluluğu gördü. Büyükçe bir köye benziyordu. Gördüğü yerin adının Gecekıran dedikleri yer olduğunu düşündü. Daha önce buradan, köyüne gelen kendilerine göre nispeten zengin görünümlü tüccarlara rastlamıştı. Gördüğü yere mi yoksa yine dağın altında doğu tarafında daha önce çok yaklaştığı, hatta oradan biriyle karşılaştığı Gölyurdu'na mı gitmesi gerektiğini düşündü. Gölyurdu'na gittiğinde Henüz kendi köyünden çok fazla uzaklaşmamış olmanın getireceği kafa karışıklığını yaşamak istemiyordu. Bilmediği bu uzak yere gitmeye karar verdi. Bir an bu kararının ve biraz önce yaşadığı kafa karışıklığının arkasındaki şeyin ne olduğunu buldu. Şaman ona bir çok şeyden bahsetmiş ama gitmesi gerektiği yönü ona söylememişti. Bunun ne şaman ne de kendisi için bir öneminin olmadığını düşündü. Belki de başkasının bir başkasına anlattığı bir şehre doğru yürüyordu. Uzun süre bu soğuk havaya tahammül etmek istemedi ve yorgunluğuna aldırmadan yürüyüp dağı aştı. Taşlık yamaçlardan inerken bir ara ayağı burkulup yumuşakça yuvarlandı. Bir ayağı aksaya aksaya inmişti, talihsizliğine küfrederek. Gecenin karanlığı kırılıp hava alaca bir hal almaya başladığından dağın dibindeki , gittiği yöne doğru uzanan patikayı gördü. Seyrek ağaç topluluklarının arasında, patikadan ilerlemeye başladı ama yürüyecek hali kalmamıştı. Dağı aşmanın ödülü olarak biraz dinlenmek için yolun kenarına oturdu. Yorgunluktan uyuyakalmak güzel olabilirdi ama buradan gelip geçenlerin kendisine dostça davranıp davranmayacağını bilmiyordu. Heybesindeki mataradan biraz su içip hemen yola koyuldu. Arada bir yanında taşıdığı ekmekten atıştırıyor, Yürürken çıkardığı ayak sesleri sonbahar rüzgarına karışıyordu. Gittiği yerin konaklamak için bir yeri olabilir diye düşündü. Çünkü kimseyi tanımadığı, dışarıda kalmanın bedelinin ne olacağını bilmediği bir yere gidiyordu. Kendini koruyabilirdi ancak buna gerek kalmasını da istemezdi. İhtiyaçlarını nasıl karşılaması gerektiğini çok fazla bildiği söylenemezdi. Yanındaki 3 gümüşle küçük bir ticaret yapıp günü kurtarabileceğini düşündü. İnsanlarının yabancılara bakışı, ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağından daha çok ilgilendiriyordu onu. Gidip görmek tahmin etmekten daha iyidir diye geçirdi aklından.
Kendini kaybetmiş gibi yürüdü bütün gün boyunca. Akşam çökmeye başlarken köye çok uzak olmayan bir yerde olduğunu hissedebiliyordu. Düzlükte ilerlerken bir ağaç kalabalığının kapattığı görüş açısından kurtulunca, gözüne bir kuyu, üzerinde ince dumanıyla usulca yanan bir ateş ve hemen yanında kargıların çatılmasıyla yapılmış , dışında anlamını bilmediği, yuvarlak, güneşi ve ayı andıran şekillerin bulunduğu bir çadır ilişti. Burada kendisine zarar vermeyecek ya da veremeyecek birinin oturduğunu umut etti. Misafir edilme umudu, yorgunluktan tükenen Vaşak'ın artık hissetmediği bacaklarını hemen durdurmuştu. Ateşin yanına doğru yaklaşıp seslendi :"İyi akşamlar!" Karşılık gelmeyince yine aynı şekilde seslenip bekledi. Yine karşılık yoktu. Çadırdan içeri doğru bakmak istedi. Yaklaşıp içeri göz gezdirdi ancak karanlıktan bir şeyi seçememişti. Arkasından gür bir ses "Sanırım aradığın benim," diye yükseldi. Vaşak aniden irkildi, gelen sesten korkup bir refleksle elini sopasına götürerek hemen sesin geldiği yöne doğru döndü. Ateşin başında duran, yüzü ateşin ışığıyla parlarken korkutucu bir hal alan, kemikli bir yüzü, zayıf ve sert görünüşlü, kafasına bağladığı deri kuşağın arkasında yine deri püskülleri olan, Elinde topladığı odunlar ve çubuklarla bekleyen bir şaman gördü. Hızlanan kalp atışlarının dinmesine fırsat vermek için derin bir oh çekti içinden. "Şey , buradan geçiyordum, ateşi görünce bakmak istedim," dedi Vaşak. İçinden, geceyi geçirmek için bir yardım dilercesine geldiğini geçiriyordu bunu söylerken. Şaman "Beni tanıyor musun?" diye sordu. Vaşak "Hayır, siz bir şaman olmalısınız, ben de bir şaman tanıyorum." diye cevapladı. Şaman elindeki odunları ateşin hemen yanına bırakırken "Ben Garsadral! Seni buraya Yomkartha göndermiş olmalı," dedi. "Evet," dedi Vaşak, "Tanıdığım şaman oydu ama beni buraya göndermedi. Aslında beni hiç bir yere göndermedi." Şaman elindeki odunları bırakmış kalkarken gözü Vaşak'ın boynundaki kolyeye takıldı. Sonra tamamen ayağa kalkıp ellerini çırparken "Biliyorum, belli ki uzun bir yolculuğa çıkmışsın ve ilk durağın benim yuvam olacak," dedi. Güneş bu geniş düzlüğün üzerinden ışığını çoktan çekmişti. Tekrar soğuyan hava yüzlerine çarpmaya başlayınca "Gel oturalım," dedi şaman ateşin etrafını tek eliyle göstererek. Vaşak memnun bir halde sopasını, baltasını ve heybesini çıkarıp, ateşin başına, oturduğu yerin yanına bıraktı. Yorgunluktan ayakta bile uyuyabilirdi. Ev sahibine saygısızlık olmasın diye uykuya direniyordu. Şaman ateşin içine bir kaç odun atıp, ellerini arkalarındaki kuyunun yanında duran kovadaki suda yıkadı, sonra çadıra doğru yöneldi. Vaşak merakla ne yaptığını izliyordu şamanın. Bir kaç saniye sonra şaman elinde iki et parçasıyla çadırdan çıkıp ateşin başına döndü. Vaşak bu cömertliği içinden takdir etmişti. Şaman, Vaşak'ın yaşantısıyla ilgili sorular sorarken etleri pişirmişti. Sonra uzunca bir ıslık çaldı. Çadırın arka tarafında göremedikleri uzakça bir yerden irice, tüylü bir köpek koşarak şamanın yanına gelip etrafında dolanmaya başladı. Şaman etin bir parçasını ona doğru uzattı. Köpek dişlerinin arasına sıkıştırdığı eti alarak geldiği yere doğru koşarak gitti. Diğer parçayı da kuşağındaki bir bıçakla ikiye bölüp birini Vaşak'a verdi. Vaşak başıyla mahcup bir şekilde selam verir gibi teşekkür ederek eti alıp yemeye başladı. Şaman neden yolculuğa çıktığını sordu Vaşak'a, o da cevapladı. Tekdüze bir hayatın kendisi için uygun olmadığını, görmek, bilmek istediğini anlattı ona. Ormanda nasıl avcılık yaptığından bahsetmişti şamana. En son şans eseri olarak avladığı kurdun dişlerinde ölümü nasıl hissettiğini anlattı. Hava açıktı ve yıldızlar görünüyordu. Şaman gökyüzüne bakıp "yarın ıslak bir gün olacak," dedi. Vaşak'ın yorgunluğu karanlıkta bile anlaşılabiliyordu. Şaman ateşten bir kaç parça alıp çadırın içinde ateş yaktığı yere götürüp üzerine bir kaç parça odun attı. Vaşak da çadıra gidince kendini bir köşeye atıp yığılmıştı. Çok geçmeden yorgunluğun uykuya dönüştüğünü hatırlayabiliyordu.
Sabah olduğunda Vaşak bacaklarını oynatamayacak kadar halsizdi. Yerinden doğrulamıyordu bile. Dünkü uzun yürüyüş onu biraz hırpalamıştı. Çadırın dışındaki yağmur sesini dinliyordu yattığı yeri hiç yadırgamadan. Sanki yabancı birinin çadırında değilmiş gibiydi. Hafifçe doğrulup çadıra göz gezdirdi. Şaman yerinde yoktu. Kürkünü giyip kor olmak üzere olan ateşe, erzakların yanında duran odunlardan birkaç tane attı. Damağı kurumuş, başı ağrıyordu. Üzerindeki yorgunluğu atamamıştı. Matarasını çıkarıp, kana kana su içip bitirdi. Kuyudan doldurmak için oturduğu yerden kalkacakken matarasını yanına koyup boş boş yere bakmaya başladı. Zihni boşalmış bir şey düşünmek için yeterli gayreti kendinde bulamamıştı. "Yağmur dinince doldururum," diye geçirdi içinden. Sonra ateşi izleme koyuldu bir yandan parıldayan kolyesine bakarak. Bir ara çadırın ağzı aralanınca ışık gözünü aldı. Sonra gözü yavaş yavaş alışmaya başlayınca dışarıda bahar havasını yaşayan, Anıtları gökyüzüne ulaşan, İnsanların ipekten renkli kıyafetleriyle oradan oraya yürüyüp gezdiği, gözünün alabildiğince taştan evleri, büyük mabetleri olan bir şehir gördü. Birden heyecanlanmıştı. İlk kez böyle bir şey görüyordu. Şehri izlemeyi geçirince aklından, kendisini izleyen insanların arasından sıyrılıp, şehrin üzerinde yükselmeye başladı. Sonra ışık kapandı. Tıkırtılar duyunca uyuyakaldığını anladı. Uyandığına üzülmüştü. Yavaşça gözlerini açınca Şamanın elinde meyve ve ekmek dolu olan bir kap gördü. Onu diğer erzakların yanına yerleştiriyordu. Yattığı yerden doğrulup mahmur bir ses tonuyla "Uyuyakalmışım," dedi. Garsadral ona dönüp "Bir yere yetişmek için acelen yoksa uyuyakalmış sayılmazsın," dedi. Şaman getirdiği meyvelerden bir kaç tane inciri Vaşak'a uzattı. En sevdiği meyve olabilirdi incir. Vaşak "Sağ olun," dedi meyveleri alırken. Yerken gözlerini kapatıp o tadı aldığı anın sonsuz bir hal almasını istemişti. Şaman meraklı ve kararlı bir yüz ifadesiyle, Vaşak'ın karşısına, ateşin yanına oturup "Yolculuğun sırasında karşılaştıkların, umduğun şeyler miydi?" diye sordu. Vaşak yüzünde belirsizlik ifadesiyle "Henüz bir şeyle karşılaşmadım sayılır. Kötü bir durumda kalmadım. Zaten yolculuğa da yeni başlamıştım. İstediğim şey başka bir yerler görmek, başkalarından haberdar olmak," dedi. Şaman "Benimle tanıştın, bu da yolculuğun amaçlarından biriydi o zaman. Peki ne zamana kadar sürecek yolculuğun?" diye sordu. Vaşak aynı yüz ifadesiyle "Bilmiyorum. Yeniden buralara dönmek isteyene kadar sanırım," dedi. Şaman gülümseyerek, aradığı cevabı bulamamış gibi "Peki ya umduğunu bulamazsan?" diye devam etti. Vaşak: " Hayal kırıklığı içinde dönerim her halde." Şaman daha ciddi bir yüz ifadesiyle: " Attığın her adım, seni bulmayı istediğin şeye yaklaştırır. Unutma amacına ulaşmadan vazgeçmek sadece attığın adımları değil, hedefine doğru atacak olduğun adımların yorgunluğunu da omuzlarına yükleyecektir." Vaşak bu söz karşısında biraz düşündü. Şamana hak verdi. Umutsuzca, yürüdüğü onca yolu geri döndüğünü düşündü. Korkutucu gelmişti eli boş dönme ihtimali onun için. Kısa bir sessizlikten sonra Garsadral Vaşak'ın düşünceleri arasına girerek "Bir çok şeyin seni çıktığın yolculuktan döndürmeye çalıştığını düşünebilirsin. İyilik ya da kötülük; karşına ne çıkarsa çıksın yolunun sonuna ulaşmak için bir eşik olmaktan başka bir şey olmayacak senin için." Şaman konuştukça yüz ifadesi ciddileşmişti. Devam etti: " İnsanlar sadece var oldukları gibi görünmez, onlar aynı zamandan fikriyatlarının da bedene bürünmüş halleridir. Kararlılığın, kararsızlığın, cesaretin, korkuların, özlemin, umursamazlığın aklında ve kalbinde ne varsa görünüşünde yer edinecektir." Şaman biraz durduktan sonra "Söylediklerim seni sıkıyor mu?" dedi. Vaşak kısık ses tonuyla ve onaylayıcı bir halde "Hayır, Aklımda yer ediyor hepsi." diye yanıt verdi.
Garsadral elmacık kemiklerinin üzerinde bir çizgi gibi duran gözlerini çadırın girişinden sızan gün ışığına çevirdi. Yağmur hızını azaltmış, sessizce yağmaya devam ediyordu. Bulutların, çadırın üzerinden hızlıca süzülüp gittiğini görebiliyordu. Vaşak mahcup bir ses tonuyla "Bana yardım ettiğiniz için sağ olun, sözleriniz aklımda hep kalacak. Size verecek bir şey..." tam o anda kürkünün cebindeki varlığını unuttuğu gümüşler aklına geldi. Yüzündeki ve sesindeki mahcubiyet bir anda kayboldu. "Elini heybesinin yanında duran kürke uzatıp cebinden bir gümüş çıkardı. "İşte!, size yardımınız için bir gümüş vereyim, böylece bir daha yolum düştüğünde yardımınız isteyebileyim," diyerek gümüşü şamana uzattı. Şaman , Vaşak'ın elindeki paraya bakarak küçümser bir kahkaha attı. Sonra "Buradan bir şeyler alır insanlar giderken, bir şey vermezler," diyerek Vaşak'ın uzattığı parayı ona doğru iterek reddedip "Gitmeye mi niyetlendin?" diye sordu. Vaşak başını uzatıp yağmura doğru bakarak Evet, yağmur dindiğinde yola çıkarım," dedi. Şaman: "Yarın sabah yolculuk vakti o zaman. Bu gece iyi dinlen! Yamaç köyden bir çoban sürüsünü Gecekıran kasabasına götürmek üzere buradan geçecek. Ona katılırsın," dedi. Yarım günlük bir mesafe vardı gidecek olduğu yere. Vaşak "Peki," diye karşılık verdi. Güneş görünmese de akşamın yaklaştığını sezebiliyorlardı. Karınları acıkmıştı. Şaman sabah getirdiği meyvelerle balı ateşin üzerine koyduğu içi su dolu kazanın buharında pişirerek tatlı bir yemek yaptı. Vaşak ilk kez yediği ve isminin ne olduğunu bilmediği bu yemeği çok sevmişti ama yedikçe tatlı içini yakıyor, susuyordu.
Vakit geçmiş, akşam olmuştu. Yağmurun dindiği anlaşılıyordu. Sabah boşalan matarasına su doldurmak için dışarı çıktığında çadırın içindeki sıcaklık yok olmuş, birden içi titremişti. Soğuk havayı içine çekti. Böyle bir havanın kendisine yaşamayı ve var olmayı sevdirdiğini hissetti. Toprağın suyu iyice emdiğini, bastıkça çöken bir hal aldığını gördü. Sabahki yolculuğu için zorlayıcı olabilirdi böyle bir yol. Çok umursamadan kuyunun başına gidip matarasını doldurdu. Geri çadıra döndüğünde Şaman yerinde yoktu. Şaşkın bir halde 'bu kadar kısa sürede nereye gitmiş olabilir?' diye düşünürken bir koku fark etti. Biraz önce yedikleri yemeğin o güzel kokusunun arasına yanık kokusu karıştığını seçebiliyordu. İçi ürperdi. Aklını kaybettiğini düşündü. Şaman, içinde durduğu çadır, yedikleri yemekler, yanan ateş, kendi hayal ürünü olabilir miydi? Bu onu korkutmuştu. Eliyle çadırın keçe kumaşına dokundu. Sonra çadırın ortasındaki ateşe yaklaştı ve sıcaklığı hissetti. Şamanın biraz önce yemek yediği kap hala bıraktığı yerde duruyordu. Delirmediğini düşünüp içi rahatlamıştı. Daha önce oturduğu yere oturup çadırın başka girişi var mı diye etrafa bakındı iyice. Şamanın nereye ve nasıl gittiğini düşünmeye çalışıyordu ama aklına mantıklı bir şey gelmiyordu. Şamanların bazen böyle doğaüstü şeyler yaptığını duymuştu. belki de o numaralardan birini yapmıştı. Burası onun yuvasıydı, geri döndüğünde merakını giderir diye düşündü. Çadırın duvarına sırtını verip kolyesine bakmaya başladı.
Garsadral uzaktan, karanlığın içinden, elini köpeğinin başını sever halde, Vaşak'ın çadırın duvarına yansıyan gölgesini izledi bir süre. Çok yüksek olmayan bir sesle "Bazen merak ettiklerimiz, merak ettiğimiz gibi kalır," dedi. İçinden, onun çıktığı yolda yılmadan devam etmesini umut etti. Sonra köpeğiyle birlikte ağır adımlarla Vaşak'ın aşıp geldiği dağa, Büyük şamanın mağarasına doğru uzaklaşıp, karalığın içinde kayboldu.
Yorumlar
Yorum Gönder