Ana içeriğe atla

Arthur Schopenhauer

Şimdi Chopin Saati

Müzisyen Chopin' den bir şeyler dinlerken Kitapla ilgili ne yazabilirim diye düşündüm. Var oldum tabi düşünme sürecindeyken . Ee hazır var olmuşum, neden yazmayayım? dedim. Alman Filozofu Arthur Schopenhauer'in Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar isimli kitabını okuyorum bu sıralar. Okudukça, ilgimi çeken bir anlatımı var kitabın (bazı yerlerini kavrayamasam da). Kitap okumayı seven arkadaşlara sürekli 'Çok ilginç şeyler anlatıyor, al oku! - Aldın mı? Al. Unutma bak.' diye ısrar ettim. Alırlar mı bilmem ama okuduğum şeyi başkası da okusun. O neler çıkardı kitaptan, ben neler çıkardım, bir görmek isterim her zaman. Kitabın içine koyduğum not kağıdına, şimdilik ilgimi çeken yerleri kaydediyorum. Bitince bu yazıya ekleme yaparak paylaşacağım.  

-Ekleme-

Paylaşacak olduğum yerleri sayfa sayfa not almıştım ama burada sayfa numaralarıyla uğraşmak yerine Yazarın bahsettiklerine dair aldığım notları paylaşmayı uygun gördüm.

Bir kimse kendi içinde, zihninde ne kadar çok şeye sahipse, dışarıdan gelecek olana o kadar az ihtiyaç duyar. Peki ihtiyaç sahipleri için hangi seçenekler var? Bizim için örnek olarak boş zamanların meşhur meşgalesi iskambil kağıtlarını vermiş Schopenhauer.  Bu "iskambilsel" ihtiyaçların nedeni olarak da bu boşluğun doldurulmadı zaman ağır bir yük olarak sırtımıza bineceği gerçeğinden bahsetmiş kitabında.

Şu sırrına eremediğimiz mutluluk. Bizim ufkumuzda duran ve kendisini gidip almamızı bekleyen mutluluk! İsteklerimizin, ancak görebildiğimiz bu çerçevede içinde olabileceğinden ve mutluluğumuzun da böyle gerçekleşeceğini söyleyip ekliyor; Bu yüzden varlıklıların yoksunluğunu hissettiği şeylerin yoksullar için hiç bir önemi yoktur. 'Adam bilmiyo ki isteyip de elde edemeyince mutsuz olsun kardeşim' der gibi sanki. 

Dördüncü bölümde yazan bir şey dikkatimi çekti. Onurun yaşamdan üstün olduğunu düşünenlerin asıl düşündükleri şeyin 'huzurlu bir şekilde var olmak mühim değil. Mühim olan yaşantımızın başkalarının hafızasında nasıl yer ettiği' minvalinde yazılmış bir kısımdı bu. Yaptığımız şeylerde başkalarının görüşünü gözetip, yaşadığımız kaygıların bundan kaynaklı olduğundan da bahsetmiş tabii. Ayrıca yeteneklerimiz konusunda bilgi sahibi olmayanlardan ders alacak kadar fazla alçakgönüllü olmamamız gerektiğini anlıyoruz. Bu aklıma “Fazla tevazunun sonu, vasat insandan nasihat dinlemektir.” sözünü getirdi. Bu arada orta çağda 15.yy'a kadar suçlananın suçsuzluğunu kanıtlaması lazımmış. Ne garip şey. 


Bir meziyeti olanlar başkalarının meziyetleri kendilerininkini gölgeleyeceğini düşünüp onları kendilerinin yanında istemezler.


Daha az mutsuz olma çabası daha çok mutlu olma isteğinden daha mı makbul? Hayatın tadını çıkarmayı istemek yerine bütün bu zamanları daha az zararla ve hızlıca atlayabilmenin aslolan olduğundan haberimiz oldu. Hazları ve zevkleri tercih etmenin sonucunda belaya uğramakla bütün bunlardan kaçınarak belaya uğramak arasında şans farkının olduğundan da bahsedilmişti kitabın bir yerlerinde. Sıradan toplumlarda kendini topluma kabul ettirmenin bedeli benliğimizin dörtte üçünden vazgeçmek mümkünmüş. Bu oran halâ aynı mı? Bazen benliğin tamamından vazgeçmek bile yetmeyecek gibi. Sanki kendimizden feragat etmeye gerek varmış gibi... Bir tek kendimizle uyum içinde olduğumuzu bilmek belki en yakınlarımızla bile, ruh halinden ve bireysellikten kaynaklanan farklılıklarımızı ve uyumsuzluğumuzu açıklayabilir.

Schopenhauer yalnızlığın yaş ve bilgi arttıkça insanın sevgisini kazanan bir durum olduğunu söylüyor ve yalnızlığın seçkin zihinlerin kaderi olduğu ancak bunun insanı fazla duyarlı hale getirdiği görüşünde.

Yeni tanıdığımız biri hakkında iyi bir görüşe sahip olamanın bizi hayal kırıklığına daha çabuk düşüreceğine dair bölümü okurken kafamda filozofun bütün insanların bizi hayal kırıklığına düşüreceğini düşünmesinin genel bir ön yargı olup olmadığı sorusu belirdi.

Yazgının kötü olmasına kederlenmemiz yine kendimizin şekil verdiği hayatta kendi hatalarımıza verdiğimiz tepkiden başka bir anlam taşıyor mu? Her ne kadar kötü olsa da yazgımız sonunda iyi bir şeyle karşılaşma ihtimaline karşı pes etmek değil ümit etmek gerektiğini öğreniyoruz. 

Filozoftan öğrendiğim bir şey daha var. Şiir yazıyorum, henüz yaşlanmamışım. Felsefe için biraz daha zaman var sanırım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yağmurlu Birkaç Gün

    Yol İnsanı Terbiye Eder  Geyve-Bolu Arasında Bir Yer      Eylül'ün son günü saat sabahın beşi. Yağmur geceden başlamış, ziyanı yok. Meteorolojiyi umursamadan Bursa'dan koyuluyorum. Rotamı ve konaklamalarımı birkaç gün evvelinden belirlediğimden güzergahı hiç değiştirmeden, İznik üzerinden Bolu istikametine sürüyorum motorlu taşıtlar vergisini. Yağmur gittikçe şiddetini artırıyor. İznik'i geçip Adapazarı yoluna düşüp kara bulutların gölgeleri artık görünür olmaya başladığında yol üzerindeki sağlı sollu serpiştirilmiş köylerin kimi eski kimisi de artık terk edilmiş evleri, ahırları ve depoları yolcuları ürkütmeye çalışan bir siluet haline gelmişti. Böyle binaları izlemek bana sebebini bilmediğim tarifsiz bir keyif veriyor. Pamukova civarına geldiğimde artık kızıl ışıklar gökyüzünü kaplamıştı. Geyve istikametindeki yüksek tepelerin aralarından akıp giden sis bulutları içinde bir yükselip bir kaybolan rüzgar türbinleri yolcuları selamlıyor. Ardından Geyve'y...

Where is Etihiopia?

Bize gelişi buysa demek ki! Birçok kişinin severek içtiği, içmeden duramadığı, duraksamadan içemediği, içemeden.. -her neyse- kahvenin nereden geldiğini bir kaç yıl önce öğrendiğimde, zaten adımımı atmadığım, sağda solda mantar gibi biten meşhur yemen kahvecilerinin yemenliliklerinden bir kez daha şüphe duydum. Ana vatanı Etiyopya olan kahve ile Türkler'in tanışması Osmanlıların Yemen'i almasıyla gerçekleşmiş. Tabi bizden sonra da Avrupalılar tanışmış. Şimdi dünya üzerinde gitmediği yer kalmayan kahvenin tiryakisi olmasam da değişik bir şeyler içmiş olmak için arada içiyorum.  Varsayılan kırk yıllık hatır süresi kahvenin türüne göre değişiklik gösteriyor mudur acaba? Oturup kahve içme imkanımız olsa da aklımıza gelmediğinden kahve içmediğimiz yakın dostlarımızla bu samimiyeti sürdürebilmek için bu ritüeli gerçekleştirmek şart mı? 3 yıl olmuştur her halde bu fotoğrafı çekeli. Dondurmalı kadayıftan sonra Kahve! Kahvenin sıradan bir fotoğrafı. Rengini k...

Yeniden İznik

İznik'e Doğru-2       Temmuz ayının tam ortası. Sıcaktan uyuyamadığım bir gecenin sabahında hafifçe bir uyuklamadan sonra uyanır uyanmaz "Nereye?" diye soruyorum kendime. Epey zaman sonra işten güçten fırsat bulup gidemediğim İznik geliyor aklıma ve 'is Nicaea' diyorum. 2023 yılının Ocak ayında açılan yeni İznik Müzesini ve yine 2023 yılında ziyarete açılan antik Roma Tiyatrosunu görmeyi istiyorum.  İlk gelişimde henüz restorasyonu tamamlanmamış olan tiyatronun açılmadan önceki haliyle karşılaştığımda içine girip ziyaret edememenin hayal kırıklığını böylece üzerimden atacaktım.     Öğle saatlerine doğru çantamı hazırlayıp ikinci İznik yolculuğuma başlıyorum. Yaklaşık 40 dakika sonra İznik'e vardığımda Yenişehir kapıdan içeri girince hemen sağda şehrin girişine kurulmuş müze, surların ardından yükseliveriyor gözünüzün önünde. Otopark sorunu yok gibi. En azından şimdilik. Girişler Müze Kart ile yapılmakta. Müzede Neolitik dönemden Osmanlı dönemine kadar İzni...