Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Truman Show

 Baştan dikkat ederek izledim 98 yılında Jim Carrey'in başrolunu oynadığı Turman Show filmini baştan, anlayarak, dikkat ederek, inci dizerek, bade süzerek tekrar izlediğimde edindiğim izlenimi yazmak istedim.  Jim Carrey bu filmde tamamen stüdyo içinde, bir ütopyada yaşayan Truman isimli birini canlandırıyor. Bütün hayatı kameralar karşısında geçen Truman belli bir yaşa gelince yaşadıklarının kurgu olduğu farkına varıyor ve bu dünyanın içinden kurtulmak için çabalıyor. Filmin sonunda yazdığım bir kaç satırı al tarafa copy-paste yapıyorum. Herkesin iyi ya da kötü bir şekilde kendisine verilen rolleri yapmaya çalıştığı ve asla sınırların aşılmadığı dünyada, inancımız ve aklımızla doğru yolda ilerlediğimize inandığımızda kimsenin aklına ihtiyaç hissetmeyeceğimiz gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Samimiyetine inandığımız insanların kısa süre içinde hayatımıza büyük değişiklikler getirebileceğini biliyoruz. Sınırları aşma arzusunu gerçekleştirmek için, gerçeği ve sınırları görmek yeterli ...

Martin Eden'den Notlar-

 -Spoiler içerir. Her zaman düşünmeye ihtiyaç duymadan yaptığımız şeyler, yabancısı olduğumuz ortamlarda nasıl çaba sarf ettiğimiz bir şey olabiliyor?  Martin yeni bir ortama girdiğinde yaşadığı şeyler bana üst satırdaki başlığı attırdı, yazının geri kalanın bununla bir ilgisi olmayabilir ama siz yine de bu soruyu bir düşünün :)      Alt sınıfa ait olmak, üst sınıfa hayran olmaktan geçermiş. Kendilerince, kendilerinden başkalarına ait düşüncelerin, kendilerinin düşüncelerinden dana üstün olamayacağını düşünenlerin aslında çok da matah fikriyatlarının olmadığını görüyor Martin. ( yazarken anlatmaya çalıştığım şeyi anlamakta zorlandım.) Birine aşık olmaktan ziyade onun içinde yaşadığı dünyaya aşık olduğunu fark ediyor epey sonraları. O noktaya ulaşmak ve aynı seviyede olabilmek için okur da okur kahramanımız. Hiç çekinmeden de öğrenip sindirdiği, ürettiği fikirleri beyan eder. Bundan ötürü de kalıplaşmış fikirlere sahip ve yerleşmiş inançları olan, ...

Muazzez İlmiye ÇIĞ

 Cumhuriyet Çınarı      Cumhuriyetin yetiştirdiği Çınarlardan birisinin, Muazzez İlmiye ÇIĞ'ın kitabı 'Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni' isimli kitabını araya sıkıştırayım dedim. Kitap Kaynak Yayınlarından çıkmış fiyatı da 20 ₺ civarıydı. Türkiye'nin ilk Sümerolog'u olan Muazzez hocanın kitapta anlattıkları gerçekten bildiklerinizi unutturacak cinsten.       Hoca, Sümer kültürünün, günümüzde halen var olan semavi dinlere olan etkilerinden bahsediyor ve Sümer tabletlerindeki yazıların Kur'an, İncil ve Tevrat'a yansımalarından örnekler veriyor. Kitapta  yansımaların başlıca sebebi olarak görülen şey anladığım kadarıyla, İsrail ülkesinde bilim ve sanatla uğraşanların, ülkelerini ellerinden alan Babillilerin ülkesine sürgüne gitmeleri ve burada yer alan Asur ve Sümer kaynaklarını incelemeleri, çivi yazısını, o ülkenin dilini ve söylenceleri, efsaneleri öğrenmeleri olmuş. Seri olarak çıkan bu kitapların devamını okumak nasip olur umarı...

Büyük Taarruz

 Basında Büyük Taarruz      Tarihçi bir arkadaşımın sosyal medyada paylaştığı bir kitap içeriğini merak edip sorduğumda, bu kitaptan, Dr. Uğur ÜÇÜNCÜ'nün 'Büyük Taarruz' isimli kitabından olduğunu söylemişti. Tarihe merakım olduğundan alıp okumaya başladım ( fiyatı sanırım 9-10 liraydı).      Milli mücadele yılların ait yaşanan olayları, gazetelerin gözünden görmek için  çok güzel bir kitap. Basının, Sosyal yaşantıya, Siyasete etkilerini görebileceğimiz ve çok fazla sayıda kaynak incelenerek oluşturulmuş güzel bir eser. Milli mücadeleyi destekleyen ve karşı çıkan gazetelerin yazılarından elde edilenleri ve Yunan tarafının basınında çıkan haberleri bu kitapta inceleme, görme fırsatı buldum. Bu kutlu mücadelenin varlığına inanmayanlara da tavsiye ederim. Israrla 'Martin Eden' i okumamı isteyen bir kaç arkadaşı kıramayıp şimdilik bu kitabı yarım bırakıyorum ama aklım, kitabı bıraktığım yerde kalacak.

ÇANAKKALE-2 ASSOS VE TROYA

19 Eylül sabahı Bursa'dan Çanakkale'ye serin ve kapalı bir havada yola çıkıyorum. Yol açık, Hava kapalı ve Rüzgar hızlı. En sevdiğim havalar. Radyo dinleye dinleye 3,5 saatte Çanakkale'ye ulaştım. Tabi kahvaltı için yakın dostum Osman'la  buluştuk. Bu kez nereye gideceğimi bilmeden onun aracına atladım. Çanakkale'ye yaklaşık yarım saat mesafede, Ayvacık ilçesinde bulunan Büyükhusun köyündeki bir otele gittik. Kahvaltımızı yerken karşıda Midilli adası o eski antik çağların güneş ışığını üzerinde biriktirip şimdi bize yansıtıyormuş gibiydi. Kahvaltıdan sonra tekrar yola çıkıp fazla uzak olmayan Assos'a, Behramkale köyüne gidiyoruz. Behramkale köyü bu topraklar Osmanlı hakimiyetine geçtikten sonra kurulmuş. Daha öncesinde eski köy buradaki  andazit taşlarıyla meşhur ve sönmüş bir volkan olan tepenin üzerine kurulmuş olan kalenin denize bakan tarafındaymış, 19. yüzyılın sonralarında başlayan kazı çalışmaları hala devam ediyor. Bu eski köy Lidyalılar, Persler, Pergam...

Çanakkale-1

  18  aralık 2019. Bursa'dan Çanakkale'ye 4.30 saat suren yolculuğum sonra erdi. Çanakkale'ye ulaştığımda şehrin dışında bulunan otogardan servisler şehrin en hareketli noktalarından biri olan iskele meydanına  bırakıyor sizi. Güzergah üzerinde inmek isterseniz eğer o rası başka. Meydanda sizi deniz,eski bir top ve saat kulesi karşılıyor. 'işte bu topraklar geçmişin ve geleceğin coğrafyası.  Binlerce yıl önce Dardanos ismiyle anılan yer kim bilir bizden binlerce yıl sonra hangi isme sahip olacak' dedirtiyor. Kalacak yer arayanlar için şehirdeki otellerin çoğunluğu da bu meydanda ve meydana çıkan ara sokaklarda mevcut. Meydanın 100-150  metre kuzeyinde 2004 yılında 'Truva' isimli filmin çekimlerinde kullanılan ahşap Truva atı sergilenmekte. Atı fotoğrafladıktan sonra beni almaya gelen arkadaşımla birlikte eski kordonun bitimindeki ara sokaklarda dolaşmaya başladık. Nüfusun hatırı sayılır bir kısmı dışarıdan gelen öğrenci. Arnavut kaldırımlı taş sokaklar...

Arthur Schopenhauer

Şimdi Chopin Saati Müzisyen Chopin' den bir şeyler dinlerken Kitapla ilgili ne yazabilirim diye düşündüm. Var oldum tabi düşünme sürecindeyken . Ee hazır var olmuşum, neden yazmayayım? dedim. Alman Filozofu Arthur Schopenhauer'in Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar isimli kitabını okuyorum bu sıralar. Okudukça, ilgimi çeken bir anlatımı var kitabın (bazı yerlerini kavrayamasam da). Kitap okumayı seven arkadaşlara sürekli 'Çok ilginç şeyler anlatıyor, al oku! - Aldın mı? Al. Unutma bak.' diye ısrar ettim. Alırlar mı bilmem ama okuduğum şeyi başkası da okusun. O neler çıkardı kitaptan, ben neler çıkardım, bir görmek isterim her zaman. Kitabın içine koyduğum not kağıdına, şimdilik ilgimi çeken yerleri kaydediyorum. Bitince bu yazıya ekleme yaparak paylaşacağım.   -Ekleme- Paylaşacak olduğum yerleri sayfa sayfa not almıştım ama burada sayfa numaralarıyla uğraşmak yerine Yazarın bahsettiklerine dair aldığım notları paylaşmayı uygun gördüm. Bir kimse kendi içinde, zihninde ne...

Eskiye rağbet

Ne olmuş, ne de olmamış! Nasıldı şarkı? Analog kokarken sofralar... Öyle miydi? Evde bulduğum Smena marka eski sovyet yapımı bir analog fotoğraf makinesinin çalışıp çalışmadığını denemek için 36'lık pozlardan almıştım 3 ay önce. Rastgele deklanşöre basmaya başladım. Fırsat bulup da fotoğrafçıya verememiştim. Bursa'da bu işi yapan Profoto isimli bir yer buldum. 50 tl'ye yapıyorlarmış. Pahalı geldi biraz ama fotoğrafçı 'benden başka yapan yok, indirim de olmaz' deyince mecburen yaptırdım ama  Nihayet çektiklerim bu gün elime geçti. filmin bazı yerlerinde boşluklar oluşmuş. 'Belki de gece çekmeye çalıştıklarımdır', diye düşündüm. Eve gelip fotoğrafları incelediğimde fotoğraflarının bir çoğunun kaymış olduğunu gördüm. Aralarından iyi(!) bulduklarım da işte bunlar Bu işten anlayan birisi bu yazıya rastlarsa belki bununla ilgili bilgilendirebilir. 

İçimizdeki Şeytan

Hayata dair ne biliyoruz? Bizi tatmin etmeyen, kendimizi gerçekleştiremediğimiz ortamlardan kurtulma telaşımız anlamlı mı? Böyle ortamlardan kurtulma amacımıza uygun hareket ettikten sonra neden neden anlamsız olsun ki?  Kimileri için hoşça vakit geçirilen durumlar, başkaları tarafından alay konusu olduğunda, bu istek ve arzularımızın üzerini örter, gülünç duruma düşmemek için bütün bunlardan vazgeçebiliriz. Ne kötü. Nereden geliyor bu bir şey düşünürken, söylerken, dinlerken, yerken, izlerken başkalarının zevklerine uyup uymadığını kontrol etme ihtiyacı? Bizi sardığını farz ettiğimiz masumiyetimizin altında yine kendi dünyamızın günahkarlıklarının yükünü taşıyan bizleriz. Başkalarının bu günahlarını eşeleyip bulmaya çalışan, Bulduğumuzda hazine bulmuş gibi sevinen yine bizleriz. Yaşadıklarımız her ne kadar bizim hayatımızın gidişatıyla ilgili olsa da, başkaları tarafından kendi nazarlarındaki ahlak sınırlarına uymadığında, ne kadar ahlaksızca ve günah olduğunun saçmal...

Ağustos'ta Türk Başkadır

Hangi Ağustos Daha Sıcaktı?    Atatürk'ün tavsiye ettiği kitabın fotoğrafını buldum arşivi karıştırırken. Öğrendiğime göre Türkiye'de en çok satılan kitaplardan biriymiş zamanında Grigory Petrov'un 'Beyaz Zambaklar Ülkesinde' kitabı. Finlandiya'nın içinde bulundukları durumdan bu günlere nasıl geldiğiyle ilgili bilgi veren bir kitap. Böyle gelmiş böyle gidercilerin tam aksine bir şeyleri düzeltmek için çabalamanın, zamanla öyle düşünmeyenleri de bu rüzgarın içine alacağını gösteriyor bize.  Zafer ayı    Aslında bizim de mücadele konusunda alacağımız örneklerimiz var. Sağa sola değil kendi tarihimize bakarsak bunu görebiliriz. Ağustos ayı Türk tarihi için önemli bir yere sahip. İşte böyle sıcak bir yaz günü, 26 Ağustos 1071'de Malazgirt'te Sultan Alparslan ve Doğu Roma İmparatoru Diyojen karşı karşıya gelmiş, Selçuklular kendilerinden iki kat büyük olan Bizans ordusunu alt etmiş ve Diyojen esir düşmüştü. Bundan sonra Doğu Roma yıkılış sürecine...

Ayasofya'dan Sultan Ahmet

SULTAN AHMET'E BAKAN PENCERE Bu manzarayı ilk kez başka birinin telefonunda görmüştüm. Daha önce çok kez gitmeme rağmen üst kattaki pencerelerden dışarı doğru bakmamış, hep içeride göz gezdirmiştim. Sadece bu fotoğrafı çekmek için gittim sonrasında. Dünya'nın en mühim yapılarından birinin içinden diğeri, gökyüzüyle birleşirken işte böyle görünüyor.  Avrupalıların içindeki mavi yoğunluktaki İznik çinileri nedeniyle 'Mavi Cami' dedikleri Sultan Ahmet Cami 17. Yüzyıl başlarında inşa edilmiş bu büyük ve muhteşem yapının karşısına.

Çiziktirik

Not defterime çiziktirdiklerimden Fotoğraf makinemi aldıktan sonra ilk çektiğim düzgün fotoğraf buydu sanırım. Metro istasyonunda şekerleme satan dükkandan bir fotoğraf. Ne kadar albenili görünüyor değil mi? Rengarenk ve tatlı. Bilirsiniz böyle renkli ve tatlı şeylerin içinde bizim için hiç yararlı olmayan bir takım zıkkımlar bulunur. Tıpkı hayatta karşımıza çıktığında bizi dış görünüşüyle etkileyen şeyler gibi. Tabi istisnaları da vardır ama genelde aynı bu jelibonlar gibi içinde hep bize yaramayan şeyler buluyoruz. Başkalarına ait olan sıcaklıklarda ısınmaya çalışıyoruz. Uzaktan bizi cezbeden bu şeylere ulaşmak bizim için çok zor olmasa da hayatın diğer alanlarındaki şeyler için bir çok şeyden feragat edebiliyoruz. Ulaşmamızın bir anlam ifade etmediği şeyler için tanımadığımız insanların hayatlarında kötü bir yer edinme pahasına mücadele ediyoruz. Bu işler boş işler.  Bu dünya cehenneminde üşüyoruz. Bu soğuk yüzler soluk gülüşmeler arasında başımızı eğip kendi karanlığı...

Makro tüpüyle ancak böyle

Hayatın başlangıcı gibi devamı da suyla mümkün kılındı. Uyurken yanıma koyduğum şişenin içinde arada bir böyle baloncuklar oluşuyordu. Elimde 20-30 liraya aldığım makro tüpünü neyin üzerinde denesem diye düşünürken, bu baloncuklar gözüme ilişti. Zaten bir bu bir de elmanın sapını çekmiştim. Makro fotoğraflar hoşuma gidiyor ama hala makro bir lens alamadım. Neyse belki bu yaz alırım. Benim gibi başlangıç serisi bir makineniz varsa çok tavsiye etmem bu tüpleri. Çünkü pek kullanışlı gelmedi bana açıkçası, biraz zahmetli ve elde ettiğiniz şey bu zahmete değer mi diye düşündürüyor. Ben de düşününce daha fazla uğraşmak istemedim.  Sudaki hava baloncukları Elmanın sapı Yıkamadan çekmeyi denediğimde güzel çıktı, yıkayıp bir daha denemedim ama baya tozluymuş yahu.

Alaşehir'e Kısa bir ziyaret

Alaşehir Kütüphanesi  20 aralık 2019 sabahı Çanakkale'den İzmir istikametine yola çıktım önceki günün yorgunluğunu otobüste uyuyarak geçirmeye çalıştım öğle vakti İzmir'e ulaşmıştım hemen Alaşehir'e gitsem akşam olacak,kimseyle görüşemeyecektik. Bir akrabamda kalmaya karar verdim. Ertesi sabah 8:00 de İzmir otogarından 2 saat süren yolculuktan sonra Alaşehir'e ulaştım.Doğduğum şehir. Üzüm diyarı. İnsan bir değişik oluyor. Philedephia antik adıyla tanınan şehrin adı kurucusu Bergama kralı I. Attalos Philedelphos'tan geliyor ve havari St.john kilisesini barındırıyor . Ara ara kiliseye otobüsle kafileler halinde turistlerin geldiğini görebilirsiniz. Bizans döneminde önemli bir askeri üs olan şehir sağlam surlarla korunmuş. eski yerleşim yerlerinin sınırlarında hala ayakta kalan taştan surlar mevcut. Osmanlı yönetimine ise 1389 yılında Yıldırım Bayezit'in şehri almasıyla geçiyor. İsmini Yıldırım Bayezit'ten alan Cami tam kilisenin karşısında duruyor....